Nasif Hitti
TT

Gazze'ye yönelik savaşın ikinci turu ve ufukları

İsrail'in Gazze'ye yönelik savaşının ikinci turu, yaklaşık bir haftalık ateşkesin ardından başladı. Savaş üçüncü ayına girdi. İsrail liderliği, bunu açıkça kabul etmek istemese de ulaşılmaz olan Hamas'ı bitirme hedeflerinin esiri olduğunun farkında. Savaş devam ediyor çünkü hükümetteki birden fazla bakan, bunlardan ilki Ulusal Güvenlik Bakanı Ben Gvir, savaşın durması halinde hükümetten çekilme ve dolayısıyla hükümeti düşürme tehdidinde bulundu. Binyamin Netanyahu da savaşı yönetme biçimi nedeniyle sağ çevrelerin artan muhalefetiyle karşı karşıya bulunuyor.

Hamas'ın Ekim ayında gerçekleştirdiği saldırının başarıya ulaşmasını sağlayan stratejik etkileri, İsrail üzerinde yarattığı çok yönlü ve çok boyutlu olumsuz yansımaları ile güvenlik alanında yaşanan hatadan öncelikli olarak onu sorumlu tutuyorlar. Netanyahu'yu hedef alan bu eleştiriler, rakiplerinin İsrail'in diğer alanlardaki politikasıyla bağlantılı olarak ona yönelik eleştirilerini güçlendirmek amacıyla bir ‘kamuflaj’ olarak da kullanılıyor. Bu da aynı sağ kanattaki taraftarları ile muhalifler arasındaki anlaşmazlığı yoğunlaştırıyor. Netanyahu'nun büyük bir düşüş yaşamasının ve siyasi kariyerinin sona ermesinin engellenmesi süreci savaşın devamı ile bağlantılı hale geldi.

Özellikle savaşa karşı uluslararası ve Batı kamuoyunda artan tepki ve ulaşılması mümkün olmayan hedeflerin çıtasının yüksek olmasından ötürü İsrail'in müttefiklerinin içine düştükleri zor durum nedeniyle, Washington başta olmak üzere müttefikler, yapılması gerekenin daha gerçekçi ve dolayısıyla daha ulaşılabilir seçenekler aramak olduğunun farkındalar. Ama yine de bazıları İsrail hükümetinin Gazze Şeridi'ne karşı başlattığı imha savaşında gündeme getirdiği aynı başlıklara tutunmaya devam ediyor. Diğer bir kısım müttefikleri ise, en azından şimdilik ürkek de olsa, daha fazla birbirini takip eden ateşkeslere ya da uzun süreli veya açık uçlu ateşkeslere varılması, sivillere karşı yürütülen imha savaşının durdurulması gerektiğine yönelik imalarda bulunmaya başladılar. Bu imalarının nedeni de İsrail'in savaşın başında belirlediği hedeflere ulaşamayacağını anlıyor olmaları.

İsrail ve dostları, hiçbir Arap veya uluslararası tarafın, ne ilkesel ne de pratik nedenlerden ötürü, başarılı olamayacağı için Gazze Şeridi’ni geçici (ama aslında zaman yönünden ucu açık) bir biçimde ve İsrail'in kendi güvenlik kontrolü ve koşulları altında yönetme meselesini, bölgesel ve uluslararası çıkarları üzerinde yaratacağı etkiler nedeniyle üstlenmeyi kabul etmeyeceğinin farkındalar. Dahası İsrail, savaşın ilk gününden itibaren deklare ettiği hedeflerine ulaşmanın imkansızlığını da anlamaya başladı. Bu hedeflerden biri de Gazze Şeridi sakinlerini güneyine sürerek kuzeyinde güvenli bir bölge kurmak. Bundan önce açıklanan hedef ise onları Mısır'a doğru sürmekti. Tabii İsrail bunun Filistinliler ve Mısırlılar açısından mümkün olmadığını anladı. İsrail Gazze'ye karşı savaşında hedef olarak öne sürdüğü sloganların esiri oldu. Kendisini, savaşın temel hedeflerinden hiçbirine ulaşamadan, çatışmaların tırmanacağı ve gerileyeceği uzun süreli bir savaşa doğru giderken bulacak.

Ateş beklendiği gibi Batı Şeria'ya da ulaşmaya başladı. Bilhassa Cenin bölgesindeki gelişmeler bunun kanıtı. Şunu da hatırlatmak gerekir ki, mevcut hükümetin Batı Şeria'da aynı zamanda hem ideolojik hem de stratejik hedeflerinden biri olarak izlediği aktif ve çok net bir şekilde deklare ettiği Yahudileştirme politikası, alınan ve alınacağı açıklanan tedbirler ve kanunlar, artan yerleşim faaliyetleri ve yerleşimcilerin Filistin halkına yönelik şiddeti, tüm bunlar Batı Şeria'da durumu üçüncü bir intifada ile patlamaya iten unsurlar. İlginç olan bazı Batılı ülkelerin bu konuyu ele alma şekilleridir. Bir yandan Batı Şeria ve Gazze Şeridi'nde iki devletli çözümü, dolayısıyla bir Filistin devletinin kurulmasını desteklediklerini tekrarlarken, diğer yandan İsrail'in ve özellikle yerleşimcilerin bu devletin kuruluşunun temellerini baltalamaya yönelik aktif faaliyetlerine karşı hiçbir şey yapmadılar. İronik olan, Batı Şeria'da Filistinlilere saldıran yerleşimcilere karşı ‘harekete geçmekle’ tehdit etmeleridir, zira yerleşimin kendisi, işgal altındaki topraklarla ilgili uluslararası yasaların, teamüllerin ve kararların açık bir şekilde ihlali anlamına gelen bir eylem. Haziran 1967'deki İsrail işgalinden bu yana bahsi geçen güçler, uluslararası güçlerin çağrıda bulunduğu çözümün dayanması gereken temelleri baltalama ve ortadan kaldırma politikasına yönelik fiili bir tutum ve eylemde bulunmadılar.

Bugün, yoğunluk dereceleri ve deklare edilen hedefler açısından farklılık gösteren ancak birbiriyle bağlantılı ‘üç çatışma sahnesi’ var. Bunlardan ilki elbette Gazze ve savaş, güvenlik de dahil olmak üzere diğer iki sahnede, yani Batı Şeria ve Güney Lübnan'da tüm yansımalarıyla devam ediyor. Görünüm ve olası çözümler ile çatışma ve ateşkes açısından savaşın yönetimi konusunda Gazze ile Batı Şeria’yı birbirinden ayırmak mümkün değil. Elbette, erteleme bilinen ve arzu edilen çözümün zorluklarını artırsa bile, neredeyse kalıcı olarak ertelenmiş uluslararası kararlara uygun bir barışı güvence altına alacak gerçekçi çözümler tartışıldığında, ikisi arasındaki bağlantı daha açık ve gerçekçi bir şekilde ortaya çıkıyor. Barışı erteleme ve İsrail’in giriştiği çeşitli savaşlar, arzu edilen ve tek kalıcı çözüme gerçekçi ve kalıcı bir alternatif sunmuyor. İsrail zamanla geri adım atabilir ve kendi çıktığı yükseklerden inerek henüz uzak bir aşamadaki uzun süreli bir ateşkesi kabul edebilir. İsrail'in Gazze’yi kontrol etmesi yerine, Gazze ile İsrail arasındaki sınırda sükuneti sağlamak için paralel güvenlik düzenlemelerle yetinebilir.

İkinci çatışma sahnesi, Batı Şeria'daki hızlı gelişmeler ve mevcut durumda bir patlama yaşanması halinde sadece Batı Şeria'da değil, aynı zamanda bölge ve özellikle komşu ülkelerde ortaya çıkacak tehlikeli yansımaları tarafından temsil ediliyor. İsrail'in pozisyonunu etkileyebilecek dış güçler, sahada herhangi bir etki yaratmadan sadece uyarı ve ikaz açıklamalarıyla yetinirken, arzu edilen Filistin devletini kurma ihtimalini ortadan kaldırmayı amaçlayan yeni bir statüko yaratmak için farklı biçim ve hızlarda Yahudileştirme politikası devam ettiği sürece bu ihtimal göz ardı edilemez.

Üçüncü sahne, Güney Lübnan ve 2006 yazında yaşananları anımsatacak, yıkıcı bir savaşa sürüklenme korkusuyla ilgili. İsrail, Güvenlik Konseyi'nin 1701 sayılı kararındaki özel bir maddeye vurgu yaparak oyunun kurallarını değiştirmeye ve sınırda güvenli bir bölge oluşturmaya çalışıyor. Bu madde, Mavi Hat ile Litani Nehri arasında silahlı kişilerden ve her türlü teçhizat veya silahtan arındırılmış bir alan oluşturulmasına ilişkin sekizinci paragrafın ikinci bendidir. Bilinen verilerse, Lübnan tarafındaki karar vericilerin (Hizbullah ve müttefikleri), işgal altında bulunan ve özgürleştirilmesi gereken Lübnan toprakları (Şeba çiftlikleri, Kuzey Gacar ve Kafr Şuba tepeleri) olduğu sürece, İsrail'in şartlarını kabul etmenin mümkün olmadığını düşündüklerini doğruluyor. İşgal altındaki Lübnan toprakları meselesinin, Hizbullah’ın silahını yukarıda belirtilen konunun ötesine geçen stratejik hedeflerin hizmetinde tutmak için bir bahane olduğuna inananlar da var. İsrail’in yukarıda bahsedilen koşulu sağlanamaz ve bu nedenle sükunetin sağlanması için gereken, angajman kurallarıyla birlikte savaş öncesindeki duruma geri dönmektir. Bazıları da devam eden savaşın pekiştirdiği ‘arenalar birliği’ne dayanan stratejik doktrinin netleşmesiyle birlikte Gazze Savaşı'ndan sonra bu durumun da değiştiğini söylüyor. Bu arenalar arasında ‘Filistin arenasına’ ek olarak halihazırda en önemli ve aktif olanı bu stratejinin en önemli arenası olmaya devam eden Lübnan arenası.

Kuşkusuz, Gazze'deki durumun nasıl sonuçlanacağı ve daha önce de belirttiğimiz gibi zaman içinde sağlanabilecek olası uzlaşının yanı sıra, İsrail'in açıkladığı hedeflerden geri adım atması - ki bunun için devam eden ve bölgesel bir savaşla tehdit eden İsrail saldırganlığını durdurmak yönelik bir uluslararası baskı gerekiyor- Lübnan cephesinde dolaylı müzakereler ve aktif arabulucular aracılığıyla istikrarın yeniden tesis edilmesinin önünü açmaya etki edebilir. Bu da 2006 savaşı sonrasında olduğu gibi, yeni angajman kurallarının netleşmesiyle sonuçlanacak.

Bir cephe ile diğeri arasındaki sıcaklık, alev alma veya soğuma potansiyeli açısından farklılıklara rağmen tüm cepheler birbirine bağlı. Bir cephe ile diğeri arasında farklı aşamalarda, hızlarda ve birbirine bağlı bir şekilde gerçekleşse de ateşkesin, yeterli olmayacağını unutmamamız gerekiyor. Ateşkes ne kadar gerekli olursa olsun, yeniden canlandırılmasına yönelik eski ve yeni birçok engele rağmen barış sürecine geri dönülmezse yetersiz kalacak. Barış sürecine dönüş kolay bir iş değil, çünkü birçok eski ve yeni engelle karşı karşıya ve yerine getirilmesi gereken birçok koşulu var. Bu koşullar imkansız değil ama zor ve bunlardan en önemlisi hiç şüphesiz Filistin evinin yeniden düzenlenmesidir.