Anne tarafından dedem Yusuf Seleme uzun boyu ve geniş omuzları olan, cellabiye giyip siyah püsküllü kırmızı bir fes takan ve kendi yüz hatlarına uygunca gür, geniş ve heybetli bıyıkları olan bir adamdı. Ben yedi yaşındayken vefat ettiğinde kendisi hakkında, insanların onun farklı ve fiziksel açıdan güçlü oluşu hakkında söylediklerinin dışında pek bir şey bilmiyordum ya da hatırlamıyordum. İnsanlar onun cömertliği, mahsul toplaması, atölyeleri ve doğu Lübnan’daki ipek ticaretiyle ilgili hikayeleri anlatırdı.
Hala evinde, genç bir delikanlıyken büyükçe bir sandalyeye oturmuş ve kibirlenmeden hasadın ve verimli toprakların sahibi olduğunu söylercesine cesur gözlerle fotoğrafçıya bakan bir fotoğrafı asılı duruyor.
Dedem, gençliğinde büyük bir ağırlık kaldırma yarışmasını kazanmasının ardından Prens II. Beşir tarafından dedesine verilen ‘aslan yavrusu’ unvanını miras aldı. Beyteddin Sarayı Prensi, bu gencin sihirli değnek taşıyan biri gibi demir bir direği taşıdığını görünce hayrete düşmüş ve yüksek kürsüsünden ona “Genç adam, sen insan değil, aslan yavrususun” diye seslenmişti. Bu unvan, ailenin nesilleri boyunca bir parçasıymış gibi isimlere eklenerek aktarıldı.
Ancak ailede hiç kimse onun topladıklarını toplayamadı: miras ile dağılan ve boşa çarçur edilen küçük çiftlikler, devasa çam koruları ve bol geçim kaynakları…
Annem dört kız ve üç erkek çocuklu bir ailenin en küçüğüydü. Babam onu terk ettiğinde, kardeşim Munir ve ben onunla birlikte dedemin yanına taşınmıştık. Burada annem ona son yıllarında baktı.
‘Aslan yavrusu’ yaşlanarak yalnız bir dev ve unutulmuş bir aslan haline gelmişti. Sabah kendine bir ‘ordu’ nargile hazırlıyor, onu yakındaki meydana taşıyor, asırlık tespih ağacının altına oturuyor ve çocuklara korkutucu hikayeler anlatarak onlarla şakalaşıyordu.
Meydanda ancak yalnızlık, can sıkıntısı ve yılların anılarına kaçıp sığınmak vardı. Dedemin ne düşündüğünü bilmiyorum. Ancak ağacın altında yamyaş olmuş, sıkılmış bir aslana benziyordu. Tüm can sıkıntısı hikayelerinde olduğu gibi bir gün geldi çattı. Üşümüştü. Paltosunun altında elbisesine dolanmış, sandalyeyi ağacın altına bırakarak hızla eve dönüp dev yatağına girmişti.
Ertesi gün aile bireyleri toplanıp onun vasiyeti doğrultusunda mal paylaşımında bulunmuştu. En büyük pay ‘erkek çocuklarda’, geri kalanı ise kızlardaydı. Anneme çok uzak bir yerde 2000 metrelik bir yer düşmüştü. İki yıl sonra annem hastalanmıştı. Ailemiz tedavi masraflarını karşılamak için hisselerini satmıştı.