Gazze'deki savaş üçüncü ayına girerken çağımızın karakteristik özelliği haline gelen kısa dikkat ve odaklanma süresi sendromu tüm gücüyle etkisini gösteriyor ve savaşı arka plandaki gürültünün bir versiyonuna dönüştürüyor. Savaşın ön sayfalardan çekildiğini ve televizyonlardaki haber bültenlerinin bazılarında artık yer almadığını zaten fark etmişsinizdir.
Daha da ilginci, bu trajik çatışmanın ertesi günü hakkında giderek daha fazla konuşmalar duymaya başlamış olmamız. Bu, konuşmaların üstü kapalı olarak ima ettikleri gibi, sahadaki asıl mücadelenin bitiş çizgisine doğru ilerlediği varsayılıyor.
Ortadoğu'da barışı sağlama çabalarındaki olağan şüpheliler, eski fikirleri geri dönüştürmeye başladılar bile. Örneğin ABD Başkanı Joe Biden, ‘biri İsraillilere diğeri Filistinlilere ait iki devletli çözümden’ bahsederken Barack Obama'nın sözlerini tekrarlayan bir kuklaya daha yakın görünüyor.
İslam İşbirliği Konferansı ise her iki tarafın da kabul edebileceği bir ‘barış formülüne’ ulaşmak için çok uluslu bir komisyon oluşturdu. Bazı savaşlarda çatışmayı barış anlaşmasıyla sonlandıranlar, çatışmayı başlatan ve çatışmayı yönetenlerle aynı değildir. Diğer yandan Henry Kissinger'ın izlediği eski diplomatik yaklaşımın araştırma merkezlerine geri dönüşüne tanık olmamızın yanı sıra Netanyahu ile Hamas'ın 7 Ekim'de İsrail'e düzenlediği saldırının arkasındaki beyin (kim olursa olsun) arasında ‘güven oluşturmayı’ amaçlayan ‘adım adım’ önlemlerin alınması gerektiği konuşuluyor.
Kendi adına, imajı daha önce olduğundan daha da solgun ve silik hale gelen, pusulasını kaybetmiş görünen Genel Sekreter'inin liderliğindeki BM, özel bir temsilci atama konusunda bir şeyler mırıldanıyor. Bazı eski seslerin önerdiği gibi bu temsilci Tony Blair olabilir.
Özellikle İsrail'de Hamas'tan sonra Gazze'de ne yapılması gerektiği konuşuluyor. Bazıları yeniden sömürgeleştirmeden, yani İsrail hükümetinin 2006'da vahşice tahliye ettiği İsrail yerleşim yerlerini yeniden canlandırmaktan bahsediyor. Ama gerçek şu ki, bu tür konuşmaları yapanlar, Gazze'nin dönüştüğü moloz yığınında yerleşimci olmaya gönüllü insanların nereden bulunacağından bahsetmiyorlar. Bu hevesli gönüllüler bulunsa dahi, onlar da Ariel Şaron'un Gazze'deki İsrailli yerleşimcilere dayattığı akıbetin aynısıyla yüzleşmekten endişe duymayacaklar mı?
Konuşulan bir diğer fikir ise savaş bittiğinde Gazze'den geriye kalanların Mahmud Abbas liderliğindeki Filistin Otoritesi'ne teslim edilmesi. Bu, Filistin Otoritesi'ne, Gazze'de Hamas tarafından hapsedilen yaklaşık 1000 Fetih üyesi ve sempatizanını serbest bırakma olanağı verebilir. Ancak buradaki soru şu: Filistin Otoritesi, Batı Şeria'da çeyrek asırdan fazla bir süredir, orada büyük ölçüde barış hakim olmasına rağmen iyi bir yönetim sunamazken, harap olmuş Gazze'ye iyi bir yönetim sunabilir mi? Aynı zamanda Gazze'nin Mısır kontrolüne geri verilmesiyle ilgili söylentiler de duyuyoruz ki bu her bakımdan akılsızca bir fikir.
Gazze'nin yeniden inşasından söz eden aşırı iyimser bir grup da var. Bu iyimserler Gazze'yi cehenneme çeviren şeyin ekonomik sıkıntı olmadığını unutuyorlar. Aslında 7 Ekim'den önce Gazze'deki işsizlik oranı Batı Şeria, Ürdün ve Mısır'a göre daha düşüktü. 2023'ün ilk iki çeyreğinde Gazze ekonomisi yüzde 4 büyürken Batı Şeria'nın ekonomisi neredeyse sabit kaldı.
Birleşmiş Milletler Yakın Doğu'daki Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansı (UNRWA), Avrupa Birliği, Katar ve Filistin Otoritesi tarafından sunulan cömert bağışlar, İsrail'de çalışan 25 bin kişi de dahil olmak üzere yurt dışında çalışan yaklaşık 100 bin Gazzeli’nin Gazze’ye gönderdikleri, İsrail hükümetinin verdiği gümrük gelirleri sayesinde, Gazze'de kişi başına düşen gelir, Arap Birliği'ne üye çoğu ülkenin ortalamasından daha yüksekti. Gazze'de 36 hastane ve bin 657 yatak bulunuyor ve bu sayı Mısır ve Ürdün'dekinden daha yüksek.
Uluslararası yardımlar ile Avrupa ve Amerika kıtalarındaki varlıklı Filistinlilerin bağışları sayesinde Gazze, gayri safi yurtiçi hasıladan sağlık ve eğitime ayrılan pay açısından İran İslam Cumhuriyeti'nin de önündeydi. Aynı zamanda Hamas'ın ordusunu ve kazdığı tünelleri vergilerle finanse etmesine gerek yoktu, zira maliyetin büyük bir kısmı Tahran tarafından karşılanıyordu.
İlginç bir şekilde, toprak için mücadele etmek ve su kaynakları ve/veya pazarlar da dahil olmak üzere doğal kaynaklara erişim için rekabet etmek gibi geleneksel savaş nedenleri Gazze için geçerli değil. Normal savaşlarda, savaşan taraflar, maliyet-fayda hesaplamaları barış lehine değiştiğinde her iki tarafın da kabul edebileceği somut bir şey isterler.
Ancak Gazze'deki savaş sıradan bir savaş değil, Hamas İsrail'in sunamayacağı bir şeyi, yani ‘nehirden denize kadar var olacak bir Filistin devleti’ istiyor.
Diğer yandan İsrail de Hamas'ın kabul edemeyeceği bir şey istiyor: Sadece Gazze’yi kontrol etmeyi kabul edip İsrail'i haritadan silme ‘meselesini’ unutarak ideolojik olarak intihar etmesini. Eğer Hamas böyle bir anlaşmayı kabul ederse bu, kendisini Fetih'in başka bir versiyonuna dönüştürecek. Bu nedenle, bu tür hayali nedenleri ortadan kaldırmaya çalışmak, en iyi ihtimalle nafile bir çabadır.
Ancak tüm bu hususları bir kenara bırakıp mevcut ölüm dalgasının süresini kısaltmaya odaklanmak mümkün. Kendi açısından Tahran’daki İslam Cumhuriyeti'nin ölüm dalgasının devam etmesini istediği açık. Her ne kadar İslam Devrim Muhafızları Birliği analistlerinin artık ‘düşük yoğunluklu savaş’ olarak tanımladıkları biçimde olsa da…
Örneğin İran Devrim Muhafızları'ndan bir analist geçen hafta yeni Fars News internet sitesinde şunları yazdı:
“Tahran Hamas'ın kazanmasını beklemiyor ancak ‘gittikçe daha fazla İsrailli en iyi seçeneğin buradan gitmek olduğuna ikna olana kadar mümkün olduğu kadar uzun süre savaşmaya devam etmesini’ istiyor.”
Tahran ayrıca bizzat kendisi de savaşa sürüklenmesin diye küçük dozlar da olsa Lübnan Hizbullahı, Yemenli Husiler ile Irak ve Suriye'deki çeşitli gruplar dahil olmak üzere bölgesel varlıklarının çoğunu savaş ateşine sürükleme sözü de veriyor.
Buradaki fikir şu; savaş ne kadar uzun sürerse İsrail'in ülke içindeki ve dünyadaki imajı da o kadar büyük zarar görecektir. Başka bir deyişle; eğer savaş alanında zafer elde edemiyorsanız, propaganda savaşını kazanmaya çalışın.
Hamas'tan gelen mesaja gelince; liderliğinin en azından bir kısmı Tahran'ın kendilerine sağladığı son roket ve füzeyi fırlatıncaya kadar bu ölümcül oyunda kalmaya hazır. Şimdi İsrail stratejisini, başlangıçtaki hedeflerine ulaşmış olabilecek klasik ‘büyük çekiç’ savaşının devamı olacak uzun, düşük yoğunluklu bir savaşa uyarlamaya çalışacak mı?