Tarık Alhomayed
Suudi yazar. Şarku'l Avsat eski genel yayın yönetmeni
TT

Milisler ve hak ediş

Bölge ve uluslararası toplum, uzun süredir geciken bir hak ediş ile karşı karşıya. Bu hak ediş birçok Arap ülkesinin çöküşüne yol açan milislerle yüzleşmektir. Zira milisler artık deniz taşımacılığını, yani uluslararası ekonomiyi sekteye uğratarak uluslararası toplumu tehdit ettiği gibi bölgedeki savaşın kapsamını da genişletmekle tehdit ediyor.

Bugün uluslararası toplum özelikle de ABD ve Avrupa, Irak’ta uzun süredir göz ardı ettikleri İran’a bağlı milislerle karşı karşıya kaldılar. Bu milislerin neden göz ardı edildiğinin analizine girmeyeceğim ancak bu, Başkan George W. Bush’un yönetiminden bu yana devam eden siyasi başarısızlığın ve Saddam Hüseyin rejimini devirme kararının bir sonucudur.

Bugün Washington, Irak ve Suriye’deki ABD kuvvetlerinin hedef alınmasına karşılık Irak’taki En-Nuceba milislerinin liderlerini hedef almak zorunda kaldı. Daha önce milislerin Irak’ta yaptıkları ve yapmakta oldukları uzunca bir süre görmezden gelinmişti.

Uluslararası toplum özelikle de ABD ve Avrupa aynı zamanda Hizbullah’la baş etme karşı karşıya. Lübnan’a karşı yıkıcı bir savaşa girme eşiğindeler. Çünkü Hizbullah, Beyrut’u bölgedeki İran’a bağlı milislerin idaresi için bir savaş odasına dönüştürmüş durumda.

Olayları takip edenler fark edecektir ki, Batı medyasının çoğu, milislerin gerçekliğini ve onların bölgeye, küresel ekonomiye ve barışa yönelik tehlikelerini görmezden geldikten sonra şimdi bu gerçeklik yeni ortaya çıkmış gibi bolca haber yapıyor.

Washington, on yılı aşkın bir süredir Yemen’de yaşananların ciddiyetini tamamen göz ardı ettikten sonra, bugün Husilerin ticari gemilere yönelik saldırıları ışığında deniz taşımacılığını korumak üzere bir deniz gücü oluşturmak için harekete geçiyor.

Özetle, bölgede uzun süredir ve onlarca yıldır göz ardı edilen şey artık acil bir uluslararası müdahale gerektiriyor. Çünkü zarar herkesi, bölgeyi ve uluslararası toplumu tehdit ettiği gibi savaşın genişleme riskini de artırıyor.

Şu anda bu savaşa girme olasılığı en yüksek olan ülke, çeşitli nedenlerden dolayı Lübnan’dır. Bu nedenlerden en önemlileri; Netanyahu’nun siyasi kariyerini uzatma arzusu, Hizbullah’ın bölgedeki olaylara müdahil olması ve Hasan Nasrallah’ın bölgedeki milisleri yönetme konusunda Kasım Süleymani’ye alternatif haline gelmesidir.

Bu nedenle bölgenin artık Suriye, Irak, Yemen ve Lübnan’ı yok eden ve Filistin saflarının birliğini bölen milislerle baş etmek için, en azından Filistin davasını koruyabilecek bir otorite sağlamak için gerçek bir stratejiye acilen ihtiyacı var.

Gerçek bir strateji geliştirmek için bölgeye yönelik milis tehdidiyle mücadelede uluslararası düzeyde bir Arap-ABD iş birliği gerekiyor ve bu, sadece bölge genelinde kontrolden çıkan insansız hava araçlarına (İHA) misilleme olarak sınırlı askeri operasyonlarla olacak bir iş değil.

Gerekli olan şey, bu milislerin varlığına bahane olarak gösterilen sorunlarla baş edecek net bir strateji geliştirmektir. Bunların başında, barış sürecini tamamlamak için halihazırda mevcut olan referanslara sahip gerçek bir çerçeve, zaman ve sürece bağlı kalınarak barış sürecinin gerçek anlamda canlandırılması ve Suriye’de belirli bir çerçeveye ve Arap ve uluslararası taahhüde göre siyasi bir çözüm başlatılmasının gerekliliği geliyor. Aynı şey, artık barış sürecine imza atmaya en yakın olan Yemen için ve daha fazla sürdürülmesi mümkün olmayan mezhep kotalarıyla uğraşan Irak için de geçerli.

Birleşmiş Milletler’in (BM) birkaç gün önce Gazze’nin artık bir “ölüm yeri” haline geldiğini söylemesi gibi, birden fazla Arap ülkesi için söylenen bu noktaya gelinmemesi için gerçek bir stratejinin olması gerekiyor.