Abdurrahman Raşid
Suudi Arabistan’lı gazeteci. Şarku’l Avsat’ın eski genel yayın yönetmeni
TT

Biden bunun bedelini ödeyecek mi?

Her ne kadar ABD eski Başkanı Jimmy Carter, İran tarihini değiştiren ve Ayetullah Humeyni'yi sürgünden Tahran yönetimine getiren adam olsa da şansı, padişah tarafından kulenin tepesinden atılarak ödüllendirilen Sinmar'ın şansı kadar yaver gitti. Rejim, ABD Büyükelçiliği çalışanlarını bir yıldan fazla bir süre rehin tuttu. Carter seçimi kaybetti ve ona daha fazla hakaret etmek amacıyla Tahran, Ronald Reagan'ın başkanlığı devralmasından sonraki sabah onları serbest bıraktı.

Aynı durum, Tahran'ın zafer saydığı, Körfez ülkeleri ve İsrail'in müttefiklerini kızdıran, milislerini durdurma taahhüdü vermeden Tahran'ın nükleer zenginleştirme yapmasına ve ekonomik yaptırımlara son vermesine izin veren bir anlaşmaya imza atan Barack Obama için de geçerli. Ödülü, başkanlığının son günlerinde, Devrim Muhafızları tarafından Körfez sularından savaş gemisi alınan ABD’li denizcilerin, geminin güvertesinde teslim olurken çekilmiş fotoğraflarını yayınlayarak aşağılanması oldu.

Joe Biden’ın tıpkı Carter ve Obama gibi, hükümdarlığı döneminde İran, tarihinin en zengin hükümeti haline geldi. Ekonomik yaptırımların uygulanmasını neredeyse engelledi ve önceki yedi ABD Başkanı’nın hükümdarlığı döneminde küçük bir petrol satıcısı olan İran'ı, Şah'ın düşüşünden bu yana ülke tarihindeki en büyük miktarda petrol satmaya cesaretlendirdi. İran, bu iyiliğin karşılığını verip Biden yönetimiyle uzlaşmak yerine, bölgedeki sorunlu her yerde Amerikan karşıtı askeri faaliyetlerini artırdı.

Elbette Washington ile Tahran arasında 45 yıla ulaşan anlaşmazlığın bütün hikâyesi anlaşılmadan garip ilişkinin bu kısmı anlaşılamaz. Çoğu İran'ın batısında, Arap bölgesinde yaşanıyor ve zamanla genişliyor. Washington doğrudan bir savaş istemiyor çünkü maliyetli ve kazanılamayabilir. Saddam rejiminin devrilmesi sadece iki hafta içinde gerçekleşti. Ancak Irak'ın yönetimi on yıl sürdü ve başarısız oldu. Tahran rejimi Irak kadar bireysel değildir ve bundan sonrası tehlikeli bir görevdir. Tahran, fanatizmine rağmen savaştan ve hatta ABD ile sınırlı çatışmalardan korkuyor. Çünkü sistemi yok etmese bile zayıflatacaktır.

Hiç şüphe yok ki çatışmalar her iki tarafı yordu, bölgeyi ise harabeye çevirdi. Yalnızca askeri nüfuzla değil, ekonomik ve diplomatik nüfuzla da elde edilebilecek hakimiyet ve nüfuz dışında, en azından İran tarafında net ve ilan edilmiş hedefler bulunmuyor. Ayrıca ABD gibi bir süper güçle yaşanacak bir çatışma, onun bölgedeki varlığını azaltmayı başarabilir ancak bölgesel olarak varlığını sürdürecek ve küresel olarak baskın bir güç olarak kalacak.

Vekalet savaşları, İran'ın bölgesel nüfuzunu genişletmesini ve bölgesel rakiplerini kısıtlamasını amaçlıyor. Gazze savaşı, uluslararası koridorları tehdit eden genişleme tehlikesini gösterdi ve Hindistan gibi bir ülkeyi ilk kez bir deniz askeri gücü göndermeye ve büyük güçler gibi ticaretini korumaya ve kendisini Umman Denizi'nde ilan edilen güce katılmaya zorladı. ABD ile askeri çatışma düzeyinin yükseltilmesi, coğrafi genişleme, Ürdün gibi ülkelerin hedef alınması ve Süveyş Kanalı'nın abluka altına alınarak Mısır ekonomisinin vurulması daha fazla gerginliğe ve belki de kaosa yol açacak ki bu ne bölgenin ne de İran'ın çıkarına olacak.

Bu, askeri çatışmalar istemeyen Biden yönetimini, örneğin bir 10 veya 20 yıl daha geçici barışı sağlayacak çözümler aramaya sevk edemez mi? 2006'da Hizbullah ile İsrail arasındaki savaş, sınırlı operasyonlar dışında bugüne kadar çatışmaları fiilen durdurdu. Gazze savaşı, tıpkı Hizbullah'ın daha önce Litani Nehri'nin ötesine itildiği gibi Hamas'ın güneye itilmesiyle ve belki de işgal altındaki tüm Filistin topraklarında yeni aşamanın liderliğinin Filistin Yönetimine verilmesiyle sona erebilir. Çözüm sınırlı olabilir ve ABD'nin krizden çekilmesine bir örtü sağlayabilir. Böylece Biden'ın sonucu bir yenilgi olarak değil, İran'a yönelik gevşek politikasının bir sonucu olarak göstermesi kolaylaşabilir.