Mustafa Özcan
TT

Kansu Gavri modeli

Tarihçi İbni İyas, Bedaiü’z Zuhur (eşsiz çiçek bahçesi) adlı eserinde bize Kansu Gavri modelinden bahseder. Bu modeli kısaca şöyle ifade etmek ve anlatmak mümkündür.  Haram para ile cami yapmak.  Kitap ve sünnette yeri olmayan vergiler ihdas ederek gelirlerini cami ve dergah yapımında kullanmak. Kansu Gavri ile anılan modelde, insanlara takatlarının, güçlerinin fevkinde, haricinde vergi yüklenerek hayatları karartılmakta,  zehir ve zindan edilmektedir.  Bu yeni vergiler halkın maişetini daraltmakta ve yaşamlarını zorlaştırmaktadır.  Kansu Gavri müküs yani örfi vergiler ihdas etmiştir.  İslam tarihinde bazı yöneticiler harcamalarına ve israflarına kafi gelmediğinden şer’i ölçülerin dışına taşarak mali zulüm uygulamışlardır.  Bazen şeriatta olmayan cezaları vermişler bazen de karşılığı olmayan vergiler yüklemişlerdir.

 Hatta Besim Tibük, 1981 yılında iktidara gelen Amerikan Başkanı Reagan’ın İbni Haldun’un bu alandaki bir keşfine ya da ekonomik yasasına temas ettiğini hatırlatmıştır.  Vergiler yükseldikçe halk inim inim inlemekte ve yol açtığı sosyo-ekonomik kargaşa ile devletler de çöküşe yuvarlanmaktadır. Yöneten ile yöneticiler arasında vergiler üzerinden denge bozulmaktadır. Vergilerin yüksekliği devlet katında savurganlığına işaret eder. Bu da yönetim ile yönetilenler arasındaki güveni zedeler. Bu süreç devlet çarklarındaki bozulmaya ve çarkların altüst olmasına dönüşür. Reagan bir Evanjelik olarak İbni Haldun’u takdir etmiş ve vergi ile ilgili tespitini dünya ile paylaşmıştır.  Soğuk Savaş döneminin şahinlerinden olan Nixon da İbni Rüşd’e temasta bulunmuş ve onun Batı’yı skolastik bataklığından kurtardığını söylemiştir. Batı’nın Kilise tahakkümünden kurtulması ve Rönesans’a adım atması bu sayede olmuştur. Batı’yı aydınlatan Müslüman aydınlar olmuştur.  İbni Rüşd, İbni Haldun ve Gazali gibiler farklı şekillerde ve boyutlarda Batı’ya ışık tutmuş ve vizyon kazandırmışlardır. Onlar aydınlarımız sayesinde skolastik zihniyeti, dönemi aşarken ne yazık ki İslam alemi bir süre daha yerinde saymış ve skolastik felsefenin etkisini kıramamıştır. Denildiği gibi terzi söküğünü dikemezmiş. 

 Sonradan ihdas edilen cezalar ve örfi vergiler tartışma konusu olmuştur. Gelir gider dengesi gözetilemediğinden ve devlet katında israf alıp başını gittiğinden yeni vergiler ihdas edilmiş veya gayri Müslimlerden alınan cizye gibi vergiler de sabit yani olduğu gibi bırakılmıştır. Müslüman olmaları halinde düşmesi gereken vergiler uygulanmaya devam etmiştir.

Mısır halkı Kansu Gavri’nin halka ağır vergiler yükleyerek bunlar üzerinden yeni camiler yapmasını yadırgamışlar ve bu tarz yapılan camilere ‘mescid-i haram’ demişlerdir. Bu kinayeli bir tabirdir. Kabe için kullanılan Mescid-i Haram tabiri dokunulmazlık anlamındadır yani yasak şehir gibi yasak mabet demektir.  Harim-i ismetine girenler dokunulmazlık halesi kazanırlar,  Mısırlıların Kansu Gavri’nin yaptırdığı camilere mescid-i haram demeleri ise haram malla kurulmuş olmasından kinayedir. Halbuki haramın binası olmadığı gibi haramın camisi de olmaz. Öteden beri bilinen hususlardan birisi de gasp edilmiş topraklarda namaz kılınması keyfiyetinin kerahetle anılmasıdır.  Temiz temize özgüdür. Haram helale yar olmaz.

Bundan dolayı kaynağı belli olmayan camilere hoş gözle bakılmamıştır.  Gösteriş merakıyla, maksadıyla yapılmış ya da kaynağı helal olmayan mabetlere şüphe nazarıyla bakılmıştır.   Ayetlerde beyan edildiği gibi kestiğiniz kurbanların etleri Allah’a ulaşmaz ama sizin halis niyetiniz ulaşır.  Camilerde de öyledir.   Güzel söz O'na yükselir, salih amel de onu yükseltir.

 Muhteşem camiler sıradan halka hoş gelebilir. Öyledir de.  Lakin önemli olan bu camilerin huzur ve sekine sağlamasıdır.  Elbette camilerin kendilerine has tezyinatı olabilir. Lakin haddini aşan süslemeler cemaatin dikkatini kaçıracak ve namaza ve Allah’a odaklanmasını engelleyecektir.  Ahir zamanda camilerin süsleneceği ve içlerinde dünya kelamı konuşulacağı haber verilmiştir.

Bugün kimi ülkeler kendi aralarında cami yarışı yapmaktadır.  Fas Kralı İkinci Hasan Kabe’den sonra dünyanın en büyük camilerden birisini Atlas Okyanusu kıyısında Kazablanka şehrinde memurların maaşlarından kesilen ödeneklerle tamamlamıştır.   Burada zorlama olduğu bir gerçektir. Daha sonra Cezayir onun gölgesinde kalmamak için devasa bir cami dikmiştir.  İlk fetih yıllarında da fetih nesli sahabeler bu bölgelerde devasa camiler kurmuşlardı.  Zira bu camiler o dönemde fetihlerin sembolü ve tapusu mesabesinde idi.

  Şimdi ise sanki her ülke cami yapımında kendi rekorunu kırmaktadır. Bazı camiler ise prestij için inşa edilmektedir.  Sözgelimi Putin ile siyasi ortaklığa giden Ramzan Kadirov meşruiyet sağlamak için Çeçenistan’da selatin camileri tarzında cami yapmaya hız vermiştir. Grozni ve sair şehirler ihtiyaçtan fazla cami ile dolup taşmıştır. Dolayısıyla bu cami yapım işi maksadı aşmıştır. Makedonya gibi bazı ülkelerde ise cami ile kilise yapımı ya da Meryem ve İsa figürleri dikme konusunda yarış vardır. Kimse diğerinden altta kalmak istememektedir. Bu yönde semboller savaşı icra edilmektedir.

Bu da bize  ‘elhaküm et tekasür’ suresini yani kesretle böbürlenme yarışını hatırlatmaktadır. Bazen kesret yerine cesamet devreye girmektedir.  Bu kemiyet yarışında keyfiyet geri planda kalmaktadır.   Devasa cami dikme yarışına bir de bu gözle bakmaya ne dersiniz?