Mustafa Fahs
TT

Palermo, Beyrut, Lahey… Haklıydık

Sicilya’dan Lübnan’a:

İç savaşın bitiminden bu yana, yani iç savaş ağalarının iktidar dizginlerini ele geçirip devleti sahiplenmesinden iflas ettirmesine kadar ülkelerinde yaşananlara tanık olan Lübnanlıların hafızasında Sicilya’daki organize suç örgütünün ya da İtalyan mafyasının hikâyeleri canlanıyor. Dünya sinema tarihinin en ünlü filmi Baba (The Godfather), onların akıllarından hiç çıkmıyor.

Bununla birlikte Lübnan’da iktidara gelen her bir mezhebin ya da silahlı grubun, onların yolsuzluklarını organize eden ve çıkarlarını gözeten bir ‘Corleone Ailesi’ var. Lübnan’da hâkim siyasi sistemin eylemleri, İtalyan mafya gruplarının eylemlerine biraz benziyor. Ama bir farkla: Lübnan’daki sistem uluorta faaliyette bulunurken İtalyan mafyası, çıkarlarını temin etmek için yolsuz siyasetçilerle gizli gizli çalıştı.

Beyrut’tan Palermo’ya:  

Carnegie Ortadoğu Merkezi Genel Yayın Yönetmeni Michael Young’ın “Beyrut-Palermo” başlıklı yazısını yeniden okumak lazım. Yazar şöyle diyor:

“Sicilya’nın ortaya koyduğu ve Lübnan’ın güzelce uyguladığı model şu: Başarılı küresel suç örgütleri, iktidarda olanlar ile suç işleyenler arasındaki bir anlaşmaya dayanıyor. Bu anlaşmaya göre suçlulara devlette belirli sorumluluklar yükleniyor. Devlet de kanunen sakıncalı işlerde suçluların yardımına başvuruyor”

İki durumdaki ortak payda, önceden her ikisinde de kanun otoritesinin mevcut olmamasıdır. Ama bugün aralarında bir fark var: İtalya’daki devlet ve toplum, mahkemeler üzerinden bu durumla yüzleşmeye karar verdi. 1986 ile 1992 yılları arasında cesur yargıçlar, Sicilya ve tüm İtalya’daki mafya liderlerine karşı bir hukuk mücadelesine girişti. Bunun sonucunda da mafya liderleri zayıfladı ve etkinlikleri sona erdi.

Ama Michael Young, Lübnan için şöyle diyor:

“Tam bir suç cumhuriyetine daha da yaklaşıyoruz. Burada suç işleyenler, bizzat iktidarda yüksek makamlara geliyorlar ve devletin tüm organlarına sızıyorlar.”

Young’ın bu sözlerinin pek çok kanıtı var. Ama Beyrut Limanı patlamasına ilişkin soruşturmanın engellenmesi bu kanıtlar arasında en öne çıkanıdır. Bu engel, iktidar sisteminin yargıyı neredeyse tamamen kontrol etmesinden, onu iktidardaki mezhepçi gruplara tâbi kılmasından ve yargı bağımsızlığını hiçe saymasından kaynaklanıyor.

Devlet günden güne zayıflıyor ve kurumları yok oluyor. Sistem, kendi yolsuzluğunu sürdürmekte ve bu yolsuzluğu resmî kurumların içinde ve dışında kayırmacı bir hizmet ağıyla desteklemekte ısrarcı. Saat akrebini 17 Ekim 2019 öncesine döndürme konusunda da ısrar ediyor.

Hatırlayalım, o gün Lübnan’ın tüm şehirlerinde ve meydanlarında göstericilerden oluşan büyük bir kalabalık toplanmış ve Uluslararası Adalet Divanı’nın Başkanı Nevaf Selam’ın reform hükümetinin başına getirilmesini talep etmişti.

O zaman sistem, şeytanlarını uyandırdı ve yaklaşan şu iki tehlikeyi fark etti: Birincisi; alternatiflere sahip olduklarını fark eden Lübnanlılar, elitlerine karşı uyanışa geçti. İkincisi; mezhepçi sınırların ve mezhep bağlarının dışına çıkmış Lübnanlı bir grup, yüzleşme kararı aldı. Hal böyle olunca sistem, Nevvaf Selam ve onun gibi olası alternatiflerin imajını zedelemek, ayaklanmayı içeriden bozmak ve hedeflerini dağıtmak için her iki tehlikeye karşı tüm araçlarını seferber etti.

Lahey’den onlara kesin haber geldi: Batı yanlısı olduğu gerekçesiyle ‘Şii ikili’ (Emel ve Hizbullah) tarafından reddedilen ve nüfuzları ile kazançları için endişeli iktidar unsurlarının saldırısına uğrayan Nevvaf Selam, bu mahkemenin başkanı olarak seçildi. Bu, profesyonelliğe duyulan güvenin boyutu hakkında bir fikir veriyor. Hâkim sistem açısından bu atama, bir yandan adının uluslararası alanda yeniden gündeme gelmesi demektir, diğer yandan da adalet mülkün temeli olduğu için reformun ancak adil yargıdan geçtiğine dair açık bir mesajdır.

Selam da seçildikten sonra X platformunda yaptığı şu ilk paylaşımla buna dikkat çekti:

“Şu an aklıma gelen ilk şey, şehrim Beyrut’un, lakabı gibi yeniden kanunların anası olması, Lübnanlılar olarak ülkemizde hukuk devleti kurabilmemiz ve Lübnan halkı arasında adaletin hüküm sürmesidir. Aslında bu düşünce sürekli aklımda.”

Evet; Ekimciler, Değişimciler ve muhalifler olarak Nevvaf Selam’a hak ettiği halk meşruiyetini verdiğimizde haklıydık. Çünkü adil bir yargı olmadıkça Lübnanlılar, devletlerine ve kurumlarına tekrar güvenemeyecek.