Birleşmiş Milletler Filistinli Mültecilere Yardım Kuruluşu (UNRWA), 74 yaşında. 1948 yılındaki ilk Filistin savaşından sonra faaliyete geçen kuruluş halen, yurtlarından çıkarılan ve mülteci olarak kalan neredeyse tüm Filistinlilerin gözetiminden sorumlu. Yani kuruluşundan bu yana yaşayan yaklaşık üç nesil var ve onlardan hayatta kalanlar halen UNRWA’nın gözetimi altında. Bu da bu kuruluşu, Filistin hükümetinden daha önemli kılıyor.
Ortada 70 yıllık bir ilişki olunca bu uluslararası kuruluşun onların hayatının bir parçası, onların da bu kuruluşun bir parçası olması doğal. Bu kuruluş olmadan hayat nasıl olurdu ve nasıl olacak, bunu hayal edemiyoruz. Bağlantılarının, yükümlülüklerinin ve hizmetlerinin kapsamına bakılırsa UNRWA, aslında Filistin halkının sivil hükümetidir.
UNRWA’ya karşı olan iki taraf var: İsrail tarafı, bu örgütü, Filistinlilerin direnişinin, bir toplum olarak hayatta kalışının ve Filistinli kimliğe tutunuşunun bir sebebi olarak görüyor. Filistinli bir taraf ise UNRWA’yı öfkeyi zapt etmeyi başaran ve ister Gazze’de ister Suriye’de, Lübnan’da veya Ürdün’de sefalet kamplarında yaşayıp, uyandıkları her sabah yemekleri ve çocuklarının okulları için bu örgüte bel bağlamış milyonlarca Filistinliyi duruma razı eden uluslararası bir uyuşturucu olarak görüyor. Ve bu uyuşturucu sebep için Amerika, yıllık faturanın çoğunun ödemesini üstleniyor.
Aslında UNRWA, yanlış bir durumun sonucu. Bir halka yönelik tehciri 70 yıl boyunca temin edilen un ortadan kaldıramaz. Her iki taraftaki şüphecilerin sorgulamasına rağmen kuruluşun hedefleri yüksek olsa da uzun vadeli yardım tecrübeleri de diğer çatışma bölgelerinde başarısız oldu.
Pakistan’da Afgan mülteciler için yaklaşık 150 kamp var. Bu kamplar, 1980’lerde Sovyetlerin Afganistan’ı işgal etmesinden sonra kuruldu, 1990’lardaki Afgan iç savaşından sonra yayıldı ve işgalden sonra da sakinleri iki katına çıktı. Milyonlarca mülteciden oluşan büyük insan göçü, Pakistan’a ve İran’a geçerek oralara yerleşiyor ve geri dönmüyor. Milyonlarca Afgan mülteci halen, bakımını gıda ve ilaç teminiyle BM kuruluşlarının üstlendiği sefil kamplarda yaşıyor. Ama yine de Afganistan, Filistin gibi değil. Siyasi sistemiyle anlaşmazlık yaşansa da nihayetinde ortada bir devlet var.
Filistinli kamplarında daha ciddi sıkıntılar yaşanıyor. Nitekim bu kampların sakinleri, bağımlı hale geliyorlar. Bunun tek nedeni de duvarlarla kuşatılmaları değil. Ayrıca yaşadıkları ülkelerin yasaları, bu insanların istihdamını engelliyor ve ev sahibi hükümetler, kamp duvarları dışındaki yerel toplumu rekabetten ve mültecilerin kendi vatandaşları üzerindeki siyasi etkilerinden korumaya çalışıyor. Suriye’nin bu konuda bir istisna teşkil ettiğini düşünüyorum, çünkü orada kamplarda yaşayan mültecilerin vatandaşlar gibi çalışmasına izin veriliyor.
Bağışçı ülkelerin çoğunluğu, UNRWA’ya yönelik eleştirilerinde İsrail’i destekliyor ve bu kuruluşu, Gazze’de Hamas hareketine bir hizmete dönüşmekle suçluyor. Bu yüzden yaklaşık 6 destekçi ülke kuruluşu fonlamayı durdurdu. Hamas’la keskin görüş ayrılığına rağmen Filistin Yönetimi, faaliyetin tamamen durdurulması ve UNRWA’nın cezalandırılması fikrini eleştiriyor ve detaylı suçlamalar doğru olsa bile bu suçlamaların, çalışanların ve faydalanıcıların küçük bir kısmını temsil ettiğini, bazılarının suçlarından ötürü de herkesin cezalandırılmaması gerektiğini söylüyor.
Esasında ne UNRWA’nın askıya alınması ne de desteğin durdurulması mümkün. Zira alternatif bir yardım sistemi devreye sokulmadığı ya da mevcut yardım modeli değiştirilmediği sürece böyle bir şey pratikte büyük bir felakete sebep olur. Daha önce pirinç ve un temin etmek yerine, istihdam ve iş sağlama gibi bazı öneriler sunulmuştu.
Milyonlarca mülteciyi hizmetleri aksayan kamplarda ve şehirlerde 1948 yılından bu yana kurtulmayı bekleyen mahkûmlar haline getirmek, artık kabul edilemez ve sürdürülemez. Çözüm, Filistinlilere bir vatan temin etmek ve onurlu bir hayata kavuşmalarına yardımcı olmaktır. Doğal olan budur. Bu, Filistin davasını ortadan kaldırmaz. Vatan temin etmek derken de vatandaşlık vermeyi ya da siyasi katılıma müsaade etmeyi değil, en basit haliyle insanca bir yaşam sağlamayı kastediyoruz. Onları sefil şehirlere ve kamplara hapsetmek, işgal altındaki toprakları özgürleştirmediği gibi, siyasi ve insani trajediyi de sona erdirmeyip, aksine derinleştirdi.
Böyle olunca hem ev sahibi ülkelerdeki mevcut kampların hapishanelerinde yaşayanlar hem Gazze hapishanesindekiler hem de mülteciler; herkes kaybediyor.