İyad Ebu Şakra
Siyasi analist, tarih araştırmacısı
TT

Soğuk Savaş ikliminde halkların haklarına yer yok

Hafta boyunca kayda değer iki olay yaşandı; ABD'nin Gazze'deki yerinden etme savaşına ilişkin karar taslağına karşı Rusya-Çin'in ikili “vetosu” ile Rusya'nın başkenti Moskova civarını hedef alan ve yüzlerce ölü ile yaralının olduğu büyük saldırı.

Arap dünyasında pek çok kişinin ilgisini çeken "komplo teorileri" çerçevesi dışında iki olayı birbirine bağlamak için henüz çok erken. Batılı başkentlerin çoğunluğunun saldırı sonrasında ifade ettikleri sempati duygularına inanmak ise saflık olur. DEAŞ’ın eylemi üstlenmek için ışık hızıyla harekete geçmesine gelince, DEAŞ’ın ve onun operasyonel istihbari yapısının ne demek olduğunu gösteren bir başka kanıttan ibaret.

Ama önce Rusya-Çin “veto”sunun verilerine ve verdiği siyasi mesaja bakalım.

İki başkentin Amerikan karar taslağına karşı veto kullanmaları bekleniyordu, çünkü Washington daha önce Gazze'deki katliamların ve yerinden edilmelerin durdurulması yönündeki tüm çağrıları, Hamas'ın 7 Ekim saldırısını kınamadığı, hareketin kaçırdığı İsraillilerin derhal ve koşulsuz serbest bırakılmasını talep etmediği, hareket, askeri varlığının ve siyasi otoritesinin sona erdirilmesiyle cezalandırılmadığı gerekçesiyle reddetmişti.

Bildiğimiz şey, Washington'un koşullarının İsrail'in "açıklanmış" koşullarıyla aynı olduğudur. Asıl olan İsrail'in veto hakkı bulunmadığından, hami olan Washington, BM Güvenlik Konseyi'ne ateşkes için sunulan ve Rusya’nın düzeltmelerini de içeren karar taslağı dahil 4 karar taslağına karşı veto hakkını kullanmayı üstlenmişti.

Son oylamada ABD'nin karar taslağı 11 ülkenin desteğini alırken, 3 ülke karşı çıktı. Bunlar Rusya, Çin ve Cezayir’di (Konseyin mevcut döneminde üye olan tek Arap ülkesi). Guyana ise çekimser kaldı. Elbette ABD Büyükelçisi Rusya ve Çin'in tutumlarını eleştirdi ve "gülünç" olarak nitelendirdi. Ancak Rus meslektaşı, ABD'nin "İsrail'i dizginlemek için herhangi bir çaba göstermediğini" ve şimdi "Gazze fiilen yeryüzünden silindikten sonra" ateşkesten söz ettiğini ve “her zamanki ikiyüzlü oyunu seyrettiğimizi” söyleyerek yanıt verdi. Rusya Büyükelçisi sözlerini sürdürerek, Amerikan karar taslağının "son derece siyasallaştırılmış" ve tek amacının devam eden savaşa itiraz eden Amerikalı seçmenleri yatıştırmak olduğuna, "suçları taslakta yer almayan İsrail'e dokunulmazlık sağladığına" da dikkat çekti.

İşin aslı şu ki, Gazze'deki yerinden etme savaşının ortaya çıkardığı uluslararası politika atmosferi ve koşulları, dünyanın “tek kutupluluk sonrası” aşamaya girdiğini teyit ediyor. "Amerikan imparatorluğunun çöküşü" hakkında konuşmak için henüz çok erkense de, bir saflaşma ortaya çıkıyor, hesaplar gözden geçiriliyor, ittifaklar yeniden değerlendiriliyor veya formüle ediliyor.

Mesela Avrupa'da tarafsızlığı güvenli liman olarak gören ülkelere artık yer yok. Aksine bu ülkelerin Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü'nün (NATO) saflarına katılma adımlarını hızlandırdıklarını görüyoruz.

Bir başka örnek ise, özellikle Avrupa'da ve onun köklü partizan geleneklerinde, “Batılı demokrasilerin” her zaman üzerine inşa edildiği sağlam zemini oluşturan geniş uzlaşıların çöküşüdür.

Ancak Soğuk Savaş döneminde Varşova ve NATO paktları arasındaki mücadelelerin stratejik bir sahnesi olan Avrupa dışında, artık “güç merkezlerinin” ve uluslararası denklemleri sarsma tehdidinde bulunan krizlerin ortaya çıktığını görüyoruz. Ayrıca Ortadoğu ve dışındaki bazı taraflar da kimin kimi hareket ettirdiğini sorguluyorlar; ABD mi İsrail’i, yoksa (etkili Amerikan ve Avrupalı ​​“lobileri” aracılığıyla) İsrail mi ABD’yi?

Asya'da dünyanın en büyük iki ülkesi olan Hindistan ve Çin'i de içine alan BRICS ailesi, Hindistan, onlarca etnik köken ve dili kapsayan “çoğulcu bir devleti yöneten parlamenter demokrasi”den, azınlıkların marjinalleştirildiği, zulüm ve baskıya maruz kalabileceği bir “etno-dini çoğunluk diktatörlüğüne” doğru kademeli dönüşümünü sürdürürse, kaçınılmaz olabilecek değişimlere sahne olabilir.

Bu dönüşüm devam ediyor, hatta hızlanıyor ve etkileri yakında yapılacak seçimler ile doğrulanabilir. Ancak olayların kötüye gitmesi açık sözlü olmayı gerektirse de büyük Batılı güçler şu ana kadar Hindistan Başbakanı Narendra Modi'nin politikaları hakkında herhangi bir çekince ifade etmediler. Ayrıca hem Hindistan hem de Çin'in halihazırda ittifaklar kuran ve küresel düzeyde çıkar alışverişine dayanan iddialı dış projeleri var. Çin'in teknik, ekonomik, askeri ve politik bir güç olarak hızlı yükselişi ve Batı'nın Modi'nin politikalarına karşı sessizliği gölgesinde, Batılı başkentlerin -elbette Washington liderliğinde- gelecekte Çin'e karşı denge ve karşı ağırlık olarak Hindistan'a bahis oynamaktan kaçamayacaklarını belirtenler var.

Avrupa'ya dönecek olursak, Kremlin Çarı Vladimir Putin, Ukrayna savaşının "Slav fanatizmini" harekete geçirmesi ve Rusya'nın tarihi hedef alınma ve kuşatılma hissini uyandırmasının ardından beklendiği gibi yeniden seçildi.

Ukrayna savaşı, Putin'e dışarı ile hesaplaşmadan önce içeride kontrolünü sıkılaştırması için en güçlü gerekçeyi sağladı. DEAŞ’ın dün Moskova'ya ihraç ettiği saldırı sahnesi de Rusya'ya “kuşatma” endişelerini hatırlattı ve biriktirdi.

Kremlin'in 2011'den bu yana Suriye'de yaptıklarının, İsrail savaş makinesinin Filistin'de yaptığından ve yapmakta olduğundan çok da farklı olmadığı doğru. O dönemde Moskova'nın Suriye'de bir halkın çektiği acıyı değil, özellikle Libya'dan uzaklaştırılmasının ardından Batı'nın kendi aleyhine genişleme girişimini gördüğü söyleniyordu. Ancak Filistinlilerin hayatlarının, kaderlerinin ve geleceklerinin Washington için hiçbir şey ifade etmediği de bir gerçek. Büyüklerin hesaplaşmalarında ve vetolarında halklar her zaman listenin en altında yer alırlar.