Nebil Amr
Filistinli siyasetçi ve yazar
TT

Netanyahu'nun son kurşunu

Netanyahu, siyasi kariyerinde İsrail'in bir numaralı adamı konumuna yükselmeyi ve bu konumda kalmayı meslek edinmiş gibi göründü.

Yükseliş yıllarında pek çok unvan kazandı; kral, büyücü, kampının içindeki ve dışındaki rakiplerine galip gelen gibi.

Başkalarının sahip olmadığı ayrıcalıklara sahip oldu, her biri siyasi kariyerine son vermeye yetecek ya evine dönmesi ya da hapsedilmesi ile sonuçlanacak çeşitli suçlamalardan mahkum edilmekten kurtuldu.

Bu düzeyde başına gelenler, avukatlarının başarısı ve yargının kendisine karşı esnekliğinden değil, kurnazlık ve devleti tüm bileşenleriyle kendi özel çıkarlarını koruyan bir kalkan olarak kullanma yeteneğinden kaynaklanıyordu.

Aralarında bazı Arap milletvekillerinin de bulunduğu muhaliflerinin yaptığı ciddi hatalar nedeniyle altıncı dönem başbakanlığını kazanmayı başardı ve böylece başbakanlık görevini sürdürdüğü dönem ve yıl sayısı ile bir rekor kırdı.

Netanyahu'nun silahı, sadece parti içinde ya da koalisyon içinde değil, tüm unsurları ve isimleriyle siyasi sınıf ve partiler düzeyinde muhaliflerini peş peşe saf dışı bırakan kurşunlarla doluydu. Ancak zamanlama ve ağırlık olarak kaderin hesaba katmadığı bir oyunu vardı ve altıncı dönemi giderek hızlanan bir çöküşün başlangıcına dönüştü. Hedefine isabet etmeyen birçok kurşun ile silahı boşaldı.

Altıncı döneminde elde ettiği mutlak çoğunluk ile birlikte kendisini güvende hissedince, yargı kurumunu en sevdiği oyun alanı olan hükümet ve meclis otoritesine tabi kılmayı amaçlayan radikal değişikliklerle yargı reformu savaşını başlattı. İsraillilerin büyük çoğunluğu, savaşın aslında başbakana mahkumiyetten kurtulabilmesi için güvenli geçişler sağlamak amacıyla başlatıldığını keşfettiğinde, savaş, güçlü bir ivmeyle göstericilerle dolup taşan sokaklara taşındı. Öyle ki, sokaklar ve havaalanı meydanı göstericiler nedeniyle kendisine kapatıldığı için ancak askeri bir helikopter ile havaalanına gidebildi.

Netanyahu'nun tahminleri planladığının ve istediğinin tam tersi çıktı ve buradan itibaren düşüş süreci başladı. Alıştığı gibi kazanımlarını saymak yerine, kayıplarını saydı ve bunlar çok büyüktü.

Liderliği açısından onu en çok korkutan şey, göstericilerle dayanışma ve onların taleplerine doğrudan destek amacıyla Beyaz Saray kapılarının yüzüne kapatılmasıydı. O zamandan bu yana ve süresiz olarak Netanyahu bu meseleyi çözmeye çalışıyor, ancak sonuç alamıyor.

Liderliği için korkmasını gerektiren bir diğer husus, Ben Gvir ve Smotrich gibi suçlu ve ırkçı profili olan unsurları kendi hükümeti içinde bir denge haline getirmesinin, "demokratik" İsrail'in başbakanı olarak duruşuna ve imajına yönelik oluşturduğu tehdidi yeterince dikkate almaması. Bu onu yalnızca iç sempati ve destekten mahrum bırakmakla kalmadı, aynı zamanda onu pek çok dış destekten, özellikle de sahip oldukları etki ile Amerikalı Yahudilerin desteğinden mahrum bıraktı.

Yargı savaşı bitmedi, aksine ordu ve güvenlik kurumları üzerindeki doğrudan olumsuz etkileriyle yayıldı ve Netanyahu popülaritesi ile yedinci dönem için seçilme şansında ciddi düşüşler kaydetmeye devam etti. Ama şu ana kadar mesele onu devirme noktasına ulaşmadı, çünkü erken seçime gidilmediği takdirde Knesset'teki çoğunluk onun kalması için yeterli.

Netanyahu, devletin temellerini sarsan bir deprem olan 7 Ekim gününün, hiç beklemediği bir yerden gelen yardım olduğunu sandı. Kendisini, "7 Ekim'de kurban ve sonrasında katil olan" İsrail'in yürüttüğü en büyük savaşın yöneticisi konumunda buldu.

Netanyahu savaş kaskını taktı ve savaş kıyafetlerini kuşandı, mümkün olduğu kadar ekranları, mikrofonları, iletişimi ve toplantıları kullanarak, zayıf rakiplerine karşı elde ettiği kolay zaferler yoluna geri dönme fırsatı bulmaya çalıştı. Acele ile Gazze'ye karşı bir savaşa girişmeye karar verdi. Savaşa kendisine zirvede kalmanın yanı sıra eksikliklerini telafi edecek bir zafer sağlayacak ve yedinci dönem hayalini tazeleyecek türden hedefler belirledi.

Ancak, Gazze'ye yönelik savaş bağlamında hesaba katmadığı bir olgu ortaya çıktı, o da halk arasında savaşla ilgili fikir birliğine rağmen, başbakan ve lider olarak pozisyonunda önemli bir gerileme. Kamuoyu yoklamaları ne zaman popülaritesinde bir gerileme olduğunu gösterse, Netanyahu eski dil, manevra ve kandırma yöntemlerine başvuruyor. Kişisel ajandasına hizmet etmesi amacıyla kendisi için pek çok terim icat etti; Hamas'ın kökünü kazımak, Gazze coğrafyasını ve demografik yapısını değiştirmek, bir Filistin devletinin doğuşunu engelleyebilecek tek adam gibi. Son olarak kitlesinden geriye kalanlara iki ifade pazarladı: Birincisi Amerikan yönetimine hayır, ikincisi ise bu sefer Refah işgalinden sonra mutlak zafer sözü.

Netanyahu bir darboğazda sıkışıp kaldı; Beyaz Saray'a “hayır” demeyi 48 saatten fazla sürdüremedi. Refah'a gelince, kuvvetlerini burayı işgal etmeye gönderse de göndermese de her iki durumda da İsrail kamuoyu onun sözünü artık ciddiye almıyor. Netanyahu yedinci dönem için umudunun kalmadığı bir noktaya ulaştı, mutlak zafer ise bu kez adresi Refah olan ama diğerleri gibi hedefini ıskalayan bir kurşundan ibaret hale geldi.