Mişari Zeydi
Suudi Arabistanlı gazeteci- yazar
TT

Elçilikte ve teoride kaybetmek

İsrail'in Şam'daki İran büyükelçiliğine, daha doğrusu onun yanındaki binaya saldırısı, Arap topraklarında, özellikle de Maşrık (Levant) ve Irak'taki İsrail-İran savaşında belirleyici bir an ve dikkat çekici bir bölüm.

Kamuoyunun bildiği gibi saldırıda, İran'ın Suriye'deki “Kudüs Milis Kuvvetleri” Komutanı General Muhammed Rıza Zahidi öldü. Zahidi diğer tehlikeli “görevlerin” yanı sıra, İran'ın Suriye “işgalinin” gerçekleştirilmesini yürütmüştü.

Zahidi, 2020'nin başlarında Bağdat Havaalanı yakınında öldürülen eski "Kudüs Gücü" Komutanı Kasım Süleymani'nin ardından Devrim Muhafızları’nın öldürülen en önde gelen lideri. Süleymani de Zahidi’nin ölümünden saatler önce yaptığı gibi Suriye, Lübnan, Irak ve Yemen'i işgal eden İran Devrim Muhafızları'ndan bir grup komutanı ile toplantı yapmak için Suriye’den Bağdat'a gitmişti.

Zahidi, Kasım Süleymani gibi ışıkların altında olan bir şovmen değil, bir gölge adamıydı ama İran'ın özellikle Suriye ve Lübnan'da nüfuzunu güçlendirecek tehlikeli eylemler gerçekleştirmişti.

İran Devrim Muhafızları'nın bir parçası olduğu için Lübnan Hizbullahı'nın üst düzey toplantılarına katılırdı. Suriye rejimi ile sarı bayraklı Hizbullah arasındaki en önemli irtibat subaylarından biriydi. Şarkul Avsat'ın özel bir haberine göre kendisi, Hasan Mehdevi ve Rıza Mehdevi gibi kod adlarla Lübnan'da faaliyet gösteriyordu.

İsrail’in silahlarının geçen aralık ayında Seyyide Zeynep bölgesine düzenlenen bir füze saldırısı ile öldürülen lojistik yetkilisi Tuğgeneral Rıza Musevi ve diğerleri gibi geçmişte Suriye'deki Kudüs Gücü ve Devrim Muhafızları liderlerini hedef aldığı doğrudur. Buna ek olarak büyükelçiliği hedef alan saldırıda Zahidi ile birlikte başka İranlı liderler de öldü.

Bunların hepsi doğru ama bu kez farklı olan, bunun tamponlar veya vekil milisler olmaksızın “doğrudan” bir saldırı ve açık temas olmasıdır. Bu ise Tahran ile Tel Aviv arasında doğrudan bir İran-İsrail çatışmasına sürüklenmeyi önlemek için “yazılı olmayan” veya bir Amerikan şemsiyesi altında olabilecek örtülü anlaşma olduğu yönündeki söylemi dikkatlice yeniden değerlendirmeyi gerektiriyor. Bu söyleme göre İran ve İsrail arasındaki bu anlaşma -gerçekleşmesi halinde- İsrail ve Amerikan saldırılarını kapsama, resmi olarak söz savaşları, pratikte de vekalet savaşları ile yetinme ilkesini öne çıkarıyor.

Bunun anlamı ise İran'ın, kendisinin belirlediği düşman ile doğrudan çatışması için Hizbullah, Iraklı fraksiyonlar, Yemenli, Afgan ve Pakistanlı (Zeynebiyyun ve Fatimiyyun) milis grupları desteklediği, İran diplomasisinin ise açık askeri-lojistik-mali ilişkiyi inkâr etmek ve “edebi” destek ile yetindiğidir.

Bu durum bugün; birincisi, eğer daha önce gerçekten var idiyse şu anda devam edip etmeyeceği açısından test ediliyor.

İkincisi, Arapları ve özellikle Sünni Arapları gerçek düşman haline getirecek “gizli” bir anlaşma olduğu için İsrail ve İran'ın doğrudan savaşmayacağı yönündeki söylem açısından test ediliyor.

Büyükelçilik, dünyadaki herhangi bir büyükelçilik ulusal toprakların ayrılmaz bir parçasıdır ve devletin egemenliği altındadır. Dolayısıyla bu noktada yeraltında çalışmaktan ya da Dini Liderin İsrail'e acı verici bir karşılık verileceği tehdidi gibi sözlü tehditler ile yetinmekten kaçış yok.

Bugün herhangi bir küresel İsrail diplomatik varlığının hedef alınması, arkasında İran'ın olduğu anlamına gelir. Bu durumda yarın karşımıza Sünni veya Şii Cundullah ya da İbadullah gibi bu eylemin sorumluluğunu üstlenecek herhangi bir örgüt çıkar ve ardından İran, tıpkı bugün Husilere yaptığı gibi bizim örgüt ile hiçbir ilgimiz yok, onu sadece manevi olarak destekliyoruz der mi?!

Son söz, İran'ın vekalet savaşları veya gölge savaşları bugün sona mı erdi?!