İmil Emin
Mısırlı yazar
TT

Beyaz Saray iftarı ve hayali Müslümanlar

Bu yıl Beyaz Saray, her yıl olduğu gibi Arap ve İslam liderlerini iftar sofrasında bir araya getirmeyi başaramadı. Bunun nedeni, Biden yönetiminin Gazze'ye yönelik politikalarının reddedilmesi.

Geçtiğimiz salı günü Biden yönetimi, iftar yerine sınırlı sayıda lider için bir akşam yemeği verdi ama bu yemek daveti bile konuk doktorlardan birinin Gazze'de tanık olduğu kan gölü ve insanlık onurunun çiğnenmesinden etkilenerek yemekten çekilmesi ile gergin anlarla gölgelendi.

Beyaz Saray'da Ramazan’da verilen iftar meselesi bizi ABD ve Kurucu Babalar ile İslam ve Müslümanlar arasındaki ilişkiye dair derin bir araştırmaya götürüyor. Hele de Beyaz Saray'da iftar veren ilk kişi yakın dönem başkanlardan biri değil, ABD tarihinin üçüncü başkanı ve en ünlü filozofu Thomas Jefferson (1743-1826) olduğu için.

Bu önceden tasarlanmış bir davet değildi ve önünü açan daha çok bir tesadüftü; Jefferson, Tunuslu bir yetkili ve beraberindeki heyet ile Beyaz Saray'da öğle yemeği yiyecekti. Yemeğin her gün olduğu gibi saat 3.30 civarında servis edilmesi gerekiyordu, ancak protokolden sorumlu yetkililer Jefferson'a konuğun oruçlu olduğunu bildirdiler. Bunun üzerine "Işığın Aşığı" olarak bilinen başkan, Tunuslu yetkili ve arkadaşlarının oruçlarını İslami kurallara ve kutsal ayın ritüellerine uygun şekilde açabilmeleri için öğle yemeği saatini gün batımına erteledi. Jefferson’un bu davranışının altında İslam dini hakkındaki bilgisi yatıyordu. Zira onun ABD’de Müslümanlar olmadan önce bile, ABD ve Kurucu Babalarının bir din ve inanç olarak İslam ile ilişkilerini ortaya koyan uzun bir hikayesi var.

Bağımsızlık Bildirgesi'nin yazılmasından 11 yıl önce; Jefferson'un bir Kur’an-ı Kerim nüshası edinmesi hayatı boyunca İslam'a ve Müslümanlara duyacağı ilginin ilk göstergesiydi. Jefferson, Kuran'ın bir nüshasını edinmek ile yetinmedi; Ortadoğu'nun dilleri, tarihi hakkında daha fazla kitap edinmeye, bölgeye geziler yapmaya, İslam hakkında ve bilhassa gelenek ve adetlere dayanan genel İngiliz hukukuna bağlanabilecek konularda geniş notlar almaya devam etti.

Jefferson, ilk başta İslam dinine yönelik küçümsemeyi de içeren kişisel duygular beslemesine rağmen, İslam'ı anlamaya çalıştı. Böyle duygular beslemesi doğaldı ve bunlar İngiltere ya da ABD'deki Protestan çağdaşlarının çoğunun benzer duyguları ile uyumluydu. Ancak Amerikalı Profesör Denise A. Spielberg’in "Jefferson ve Kuran" adlı kitabına göre Jefferson, çoğu kişinin aksine 1776'da Müslümanları ülkenin bağımsız vatandaşları olarak tasavvur edebildi.

Jefferson 18. Yüzyılda, sınırların ve Aydınlanma’nın öncülerinin evlatlarından biriydi; kendisi ve ABD'nin ikinci başkanı John Adams (1735-1826) 18. yüzyılı insan meselelerine bakışta Avrupa'nın 15 ile 17. yüzyıllar arasındaki dönemde tanık olduğu mezhepsel ırkçılık krizlerinin ötesine geçen, yeni bir çağın başlangıcı olarak kabul ediyorlardı. Avrupa’da dini gruplar arasındaki savaşlar, Püritenleri göç etmeye, Atlantik'in batısında yeni keşfedilen Amerikan topraklarını "Yeni Kenan" ülkesi sayarak oraya kaçmaya yöneltti.

Jefferson, öncelikle kahramanlarından biri olan 17. yüzyıl düşünürü ve filozofu İngiliz John Locke'un bir kitabında İslam'da "medeni haklar" konusunu okudu. “Hoşgörü üzerine bir mektup" kitabının yazarı Locke, kendisinden bir asırdan fazla bir süre önce bu konu üzerinde düşünen Avrupa'daki birkaç kişinin izinden giderek, Müslümanlara ve Yahudilere karşı hoşgörü çağrısında bulunmuştu.

Jefferson'un biyografisini yazmakla ilgilenenler belki de onun Müslümanları sevdiğini ve onlardan biri gibi yaşadığını doğrulayacaklardır. Dahası biyografisini yazanlardan biri, İslam hakkındaki bilgisinin, bazılarının İslam'da din özgürlüğü konusunda yeterince aydın olan Müslüman elçiler ve Müslüman din alimleri ile yaptığı görüşmelerden kaynaklandığını söylüyor. Tüm dinlerin mensuplarına vatandaşlık hakkı tanıyan bir anayasa yazmaya verdiği önemin arkasında da bu yatıyor.

Bunun da ötesinde bazı araştırmacılar Jefferson'un Hicretten sonra Medine’de var olan farklı dini grupların haklarını koruyan İslam'ın ilk anayasası “Medine Vesikası”nın içeriği hakkında iyi bilgi sahibi olabileceğini öne sürüyorlar.

Jefferson, din özgürlüğü fikrine ömür boyu bağlı kaldı ve dini çoğunluğun kendi iradesini herhangi bir dini azınlığa empoze etme hakkına sahip olduğu fikrine hoşgörü göstermeyi reddetti. Aksine çoğunluğun dini açıdan kendisinden farklı olana hoşgörü göstermesi yolunu tercih etti. Vicdanının kendisine dikte ettiğinin aksine bir görüş veya inancı empoze etmek için hükümetin otoritesini kullanmayı reddetti.

Onu Bağımsızlık Bildirgesi'nin de yazıldığı yıl olan 1776'da şunu yazmaya iten de belki bu yaklaşımdı; "Ne Yahudiler ne de Müslümanlar, dinleri nedeniyle Commonwealth'in sunduğu sivil haklardan mahrum edilmemeliler."

Burada aklımıza iki şeyi sorgulamak geliyor. Birincisi; Jefferson, İslam'a ve Müslümanlara ilgi duyan Kurucu Babaların ilki miydi? İkincisi; peki, onun zihnini meşgul eden hayali Müslüman düşüncesi nedir?

İslam'a ve Müslümanlara geniş ölçüde saygı gösteren ilk kişi kesinlikle o değildi; ondan önce yine Kurucu Babalardan ABD'nin ilk başkanı George Washington (1735-1799) “İyi işçiler olmaları halinde Müslümanları Mount Vernon'da iyi karşılayacağını” açıklamıştı. Aynı şekilde Massachusetts eyaleti yetkilileri 1780 Anayasasının paganlara, Müslümanlara, Yahudilere ve Hıristiyanlara daha fazla özgürlük sunması için baskı yapmışlardı.

Hayali Müslümanlar meselesine gelince; hayali denmesinin nedeni, Kurucu Babalar din özgürlüğünün özelliklerini ortaya koyarken ülkede henüz bir Müslüman varlığının ve toplumunun olmamasından kaynaklanıyor. Jefferson yine de onları geleceğin hayali vatandaşları olarak gördü ve Yahudiler ile Katolikler gibi bir azınlık olarak onların haklarını da savundu.

Jefferson, Abraham Lincoln de dahil olmak üzere kendisinden sonraki birçok Amerikan başkanına ilham kaynağı oldu. Hatta Lincoln bazılarının onu Müslüman olarak değerlendireceği kadar sık ​​sık Kuran'dan alıntılar yapardı. Lincoln İslam ile Jefferson'dan sahip olduğu Kuran nüshasını ödünç aldığında tanışmıştı.

Biden ABD'si ve onu takip edecek başkanların, ABD’nin tarihi dini çeşitliliğe hoşgörü deneyimini yeniden okumaları mı gerekiyor?