Yahya el-Sinvar, İsrail hükümetinin ve generallerinin iradesini, bir askerinin Filistinliler tarafından rehin tutulması dışında hiçbir şeyin kıramayacağını deneyimlerinden biliyor. 1988'de Sinvar tekrar tutuklanmış ve 4 kez müebbet cezasına çarptırılmıştı. Ancak Hamas'ın 5 yıl boyunca sakladığı İsrail askeri Gilad Şalit'i serbest bırakmayı kabul etmesi ile 2011 yılında 1.026 Filistinli mahkumla birlikte özgürlüğüne kavuşmayı başardı. O dönem İsrail Başbakanı'nın adı, aylar önce Aksa Tufanına kanlı bir deprem ile karşılık veren ve şu anda oradaki mültecilerle birlikte Refah'a suikast düzenlemeye çalışan Binyamin Netanyahu idi.
İsrail ordusunun gelenekleri, İbrani devletinin rehin alınan her askerini geri almasını gerektiriyor. Maliyetli de olsa onu kurtarmak için önce güce başvurur, eğer bu şekilde kurtaramazsa, zorlu ve maliyetli müzakereler sonrasında kurtarma gerçekleştirilir. Esirler ve mübadele meselesi eski ve acı vericidir. Önde gelen her Filistinli lider, bir gün Filistinlileri İsrail hapishanelerindeki azaptan kurtarma madalyasını kazanmanın hayalini kurmuştur.
CNN, Negev (Necef) çölünde Filistinliler için hapishaneye dönüştürülen bir askeri üsteki Filistinli mahkumların acılarını anlatan bir haber hazırladı. Haberde çürüyen yaralardan, uzun süre prangalı kalmanın bir sonucu olarak kesilen organlardan bahsedildi. Haber, hatıralarımı uyandırdı. Gazetecilik mesleğimin başlangıcında, mesleğim bana esirlerin çektiği acıları ve Filistin adlı esir bir ülkenin acılarını öğrenme fırsatı sunmuştu. Ondan sonra esirler nehri akmaya devam etti ve birçok takas anlaşmasına tanık oldu. Ancak kan ve esirler nehri, acılar bağımsız bir Filistin devletinin doğmasıyla sonuçlanmadıkça durmayacak. Haberi izlerken aklıma bazı sahneler geldi ve bunları okuyucu ile paylaşayım dedim.
1979 yılıydı. Filistin Halk Kurtuluş Cephesi - Genel Komutanlık liderliğinin bir üyesi olan Fadl Şaruru, bana gazeteci olarak heyecan verici bir görüşme ile ilgilenip ilgilenmediğimi sordu. Genç bir gazetecinin bu tür bir teklifi reddetme hakkı yoktur. Ona yeri ve zamanı sordum, o da gülümseyip özür dileyerek sadece şunu söyledi: "Seni oraya götürmek için bir araba gelecek." Zamanı geldiğinde, el-Nahar gazetesi binasının önünden bindim ve kendimi sadece sürücünün yolu görmesine izin veren, perdeleri sıkı sıkıya kapatılmış bir aracın içinde buldum. Sürücünün ve refakatçinin tüfekleri randevunun önemini gösteriyordu. Refakatçiye nereye gittiğimizi sordum, henüz kendisine detayların iletilmediğini söyledi. Yaklaşık 20 dakika yol aldıktan sonra araç ana yoldan saptı ve benden benzer bir araca binmem istendi. Sebebini sordum, şöyle bir cevap geldi: "İsrail'in ajanları yerde ve havadadır." Adrenalin ister istemez yükselmeye başladı.
Yolculuk sona erdi ve inmem istendi. Refakatçi bana burayı bilip bilmediğimi sordu, ben de hayır cevabını verdim. Bu yolculuğu mahvederim korkusuyla onu kandırmıştım. Zira bu yer, güney Lübnan'daki Sayda şehrinin doğusundaki yeni Abra bölgesindeydi ve köyümden sadece birkaç kilometre uzaktaydı. Refakatçi rahatladı ve bir apartmana girdik, burada yüzlerinde gergin ifadeler olan adamlar tarafından karşılandık. Götürüldüğüm dairede bir kapı açıldı ve kendimi esir bir İsrail askerinin önünde buldum. Kendimi ilk kez bir İsrailli ile aynı çatı altında buluyordum ve o da rehin alınmış bir askerdi.
Askere adını sordum, o da Abraham Amram olduğunu söyledi. İsrail'in 1978'de "Litani Operasyonu" adı altında güney Lübnan'a düzenlediği saldırı sırasında Cephe savaşçılarının eline geçtiğini söyledi. Rehinelerin adeti olduğu üzere İsrail hükümetinin politikasını eleştirdi ve kendisini kaçıranların taleplerini kabul etmesini talep etti. Ayrıca Cephe'nin kendisine iyi davrandığını ve tıbbi bakım sağladığını söyledi. Ancak İsrail'e döndükten sonra bir kitap yayınladı ve Cephe'nin kendisini Suriye'de gözaltında tuttuğunu ve küçük hücresinde ağır işkencelere maruz kaldığını anlattı.
Beyrut'a dönüş yolunda refakatçim, izlenen prosedür nedeniyle özür diledi ve bölgenin İsrail Hava Kuvvetlerinin erişim alanı içinde olduğunu ve Hava Kuvvetlerinin görüşmeden haberi olsaydı bir hava indirme birliği ile operasyon yapmaktan çekinmeyeceğini söyledi.
Daha sonra ve tam olarak 14 Mart'ta Şam Havalimanında bir Bulgar Tupolev uçağına bindim ve içinde yine Amram vardı. Yolculuktan sorumlu kişi Şaruru (Ebu Firas) idi ve yolculuk boyunca İsrail savaş uçaklarının uçağı kaçırması endişesi ile sinirleri gergindi. Amram da Menahim Begin hükümetinin onun ölümüne yol açacak bir eylemde bulunmasından endişeli görünüyordu. Eşinin kendisini çiçekler ve iki çocuğu ile bekleyip beklemeyeceğini sorarak gerginliğini gidermeye çalışıyordu.
Bulgar uçak, 66 Filistinli esiri taşıyan Tel Aviv'den gelen uçakla eş zamanlı olarak Cenevre Havalimanı'na indi. Çünkü takasa dahil edilen diğer on esir, işgal altındaki topraklarda kalmayı tercih etmişti.
Kızılhaç, Cenevre Havalimanı'nda gergin sinirlerin ortasında, hiçbir sürprize izin vermemek için hassas bir eş zamanlı sürece öncülük etti. Filistinli esirler İsrail uçağından inene kadar, Amram'ın Bulgar uçağından ayrılmasına izin verilmedi.
Karanlık hücrelerinden kurtulan Filistinlilerin yüzlerinde özgürlüğün mutluluğu okunuyordu. Gözyaşları, kefiyeler ve zafer işaretleri birbirine karıştı. Amram'ın uçağı Tel Aviv yönünde havalanırken, kurtarılan esirlerin uçağı Libya'nın başkenti yönünde havalandı. Trablus Havalimanı'nda Cephe lideri Ahmed Cibril ve Albay Muammer Kaddafi'yi temsilen Binbaşı Abdusselam Calud tarafından karşılandılar.
Cenevre ve Trablus arasında uçaktaki Filistin düğününden bazı tanıklıklar toplamam gerekiyordu. El-Fetih üyesi Abdullah Hilal Touma, 1967 yılında Yaser Arafat (Ebu Ammar) isimli bir Filistinli ile Filistin topraklarına sızdığını ve Nablus şehrinde birbirlerinden ayrıldıklarını söyledi. Arafat kaçmayı başarıp daha sonra Filistin rüyasının muhafızı olurken, kendisi yakalanmıştı.
Hafız Dalkmouni, korkunç işkencelere maruz kaldığını, İsrailli bir doktorun bacağını kesmekte ısrar ettiğini ve "soruşturmalar sırasında kesilen bacağına vurulduğunu" söyledi.
(A.A.A.) "Beni bir dizi askerin önünde çırılçıplak taşıdılar ve vücuduma cop sokmaya çalıştılar" diye anlattı. İki kez müebbet hapis cezasına çarptırılmıştı.
“Dehşetlerin en büyüğü”, İngiliz Konsolosluğu'nu hedef alan saldırı dahil olmak üzere birçok eylem gerçekleştirdikten sonra tutuklanan Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’nden (R.Y.A) tarafından söylenen bir sözdü. Şöyle dedi: "Beni çırılçıplak soydular, babamı getirdiler ve ondan benimle seks yapmasını istediler, o da bayıldı."
Şimdi serbest bırakılan bu iki kadın esirin adlarının baş harflerini kullanıyorum, çünkü o zamanlar gençtim ve daha az dikkatliydim. İkisinin adlarının tamamını ve fotoğraflarını yayınlamıştım. Büyük şair Mahmud Derviş bunu okumuş ve Beyrut'ta daha sonra bana şunu söylemişti: "Bu söz beni öldürdü. Bu zulmün doruk noktası. O gece uyuyamadım."
Mesleğim, aktörlerden ve faillerden pek çok zor ve acı verici sözler duymamı gerektirdi ancak R.A.'nın söyledikleri, söylenen her şeyden daha acı vericiydi. CNN'in haberi bana esirlerin çektiği işkenceyi ve acıları hatırlattı. Hafızamda yer eden o söz bana bir hançer gibi saldırdı.