Mustafa Fahs
TT

Gazze... Holokost ve Nekbe ikilemi

İngiltere Başbakanı Winston Churchill 1941 yılında yapılan bir radyo röportajında, Hitler'in işlediği suçları “Adı olmayan suçlarla karşı karşıyayız” sözleriyle tanımladı. Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu soykırımı, tüm insan gruplarının var olma hakkının inkârı olarak tanımlayarak, The Crime Of Genocide (Soykırım Suçu) başlıklı bir kararı 1946 yılında kabul etti. O zamana kadar bu tarz suçlar isimsiz kaldı. Yargıç Nevaf Selam başkanlığındaki Uluslararası Adalet Divanı (UAD), İsrail'in Refah'taki operasyonunu derhal durdurmasını talep eden bir karar yayınlayana kadar Batı tarafından desteklenen İsrail hükümeti, Gazze Şeridi'nde işlediği suçları adlandırmayı ya da tanımlamayı reddetti. UAD ayrıca, ‘İsrail'in soykırımla suçlanması durumunda yeni acil önlemler alınması için gerekli koşulların oluştuğunu’ da belirtti.

Holokost'un üzerinden 83 ve Nekbe'nin üzerinden 76 yıl geçti. İsrail'deki yönetici siyasi seçkinler, uluslararası kamuoyunun bir kısmının, soykırım üzerindeki tekelini açıkça reddetmeye başladığı gerçeğiyle yüzleşti. Bu seçkinler aynı şekilde uluslararası kamuoyunun, Nekbe'yi açıkça reddetmeye başlamasıyla da karşılaştı. Bu durum, İsrailli seçkinlerin UAD’nin kararına duydukları öfkeyi açıklıyor. Öyle ki İsrailli seçkinler, Yahudilerin var olma hakkını ellerinden alan Üçüncü Reich'ın ellerinde uğradığı mağduriyeti yeniden üretmeye çalışarak buna yanıt vermeye çalıştı. UAD’ı, kararını yeniden gözden geçirmeye çağıran İsrailli siyasi seçkinler, mahkemenin İsrail'in kendini savunmasını engellediğini söyledi. İşte bu durum, Yahudi nüfusunu bir kez daha soykırım riski ile tehdit eden varoluşsal bir tehlikeye maruz bırakıyor.

Daha önce, Birinci Dünya Savaşı'nın sonu ile İkinci Dünya Savaşı'nın başı arasında Filistin'e göç eden İsrail’in kurucuları, kuruluş için bir meşruiyet kaynağı olarak Holokost'u esas almadılar. İsrail’in kurucuları, o dönemde Filistin halkının maruz kaldığı adaletsizlikle Holokost’u karşılaştırmamak için Holokost hakkında konuşmaktan kaçındılar. İsrail, 1948'den sonra 1967'de saldırıya geçene kadar savunma pozisyonundaydı. İşte o dönemde İsrailli siyasi seçkinler Holokost hakkında konuşmaya başladı. Böylece bu konuşmalar, Holokost'un sorumluluğunun Avrupa’da sadece Nazizm ile sınırlandırılmayıp genel bir sorumluluk olarak ele alınmaya başlandığı döneme denk geldi.

İsrailli siyasi seçkinler, ikinci bağımsızlık savaşında yeniden kuruluş için bir bahane olarak aşırı güç kullanımında çok ileri gitti. Bunu yaparken de şiddetin, sonuçları ne olursa olsun, modern İsrail tarihinin oluşumunda zorunlu bir aşama olduğu ilkesine dayandılar. Ayrıca soykırım suçlamaları onları, Filistin'in yerli halkına karşı etnik temizliğe yaklaştıkları 1948 sahnesini tekrarlamaktan alıkoymadı. Bu olay, Filistinliler için ikinci Nekbe, İsrailliler için ise ikinci bağımsızlık savaşı olarak adlandırıldı. Şimdiki durum ise Gazze Şeridi'nde sistematik soykırım şeklini alıyor. Bu aşırı şiddet, Filistinlilerin yeni bir kitlesel göç dalgasına yol açarsa etnik temizlikle sonuçlanabilir.

Holokost ve Nekbe, Yahudi ve Filistinli zihinler için iki temel olaydır. Bunların sorumluluğu, 1980'lerin başında geçmişe bakışları Siyonist anlatıdan ziyade Filistinli anlatıya daha yakın olan yeni İsrailli tarihçiler ortaya çıkana kadar, Yahudi mağduriyetini Filistin Nekbe'si ile telafi eden ve varlığın kurucu babalarının sorumluluklarını inkâr etmeye çalıştığı bir kefaret süreci olarak gören Batılı sömürgeci zihinle bağlantılıdır. Bu bağlamda, Mustansiriye Üniversitesi'nde uluslararası ilişkiler profesörü olan Dr. Saad Salloum, ‘Ortadoğu'da Soykırım - Filistin Nekbe'sindan Irak'ın Yıkımına’ adlı kitabında şöyle diyor: “İsrail tarihinin resmi versiyonuna meydan okuyan yeni tarihçiler, resmi tarihin kitlesel bir göç olarak anlattığı 1948'de Filistinlilerin yerlerinden edilmesinde İsrail'in rolü de dahil olmak üzere, olayların gerçek mi yoksa Siyonist kuruluş tarafından yaratılan siyasi efsaneler mi olduğunu doğrulamak için çağdaş İsrail tarihinin farklı bölümlerinin gözden geçirilmesini sağladılar.”

Dünya savaşının galipleri, suçun tanımını ve 1948 BM Soykırım Sözleşmesi’ne bağlılığı Nürnberg Uluslararası Askeri Ceza Mahkemesi’nde arıyorlardı. UAD’ın Refah'ta aldığı kararlar ise İsrail'in kınanmasını savaş suçu suçlamalarının ötesine taşıdı. Bu, yönetici seçkinleri ‘suç kastıyla’, yani soykırım niyetiyle suçlamak anlamına geliyor. Burada mağdurların sayısı suçlamanın doğrulanması için bir kriter değil. Söz konusu durum, yargıçların suçluları mahkûm ederken kurbanların sayısına değil, faillerin suç niyetlerine dayandığı Yugoslavya'daki Srebrenitsa katliamının sorumlularının mahkemesinde yaşananlara benziyor.

İsrail toplumu ve yönetici seçkinler, başta UAD, Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) ve Filistin devletini tanıyan bazı Avrupa ülkeleri olmak üzere, Holokost-Nekbe ikilemi etrafındaki söylemlerini parçalamaya başlayan üç uluslararası aktörle karşı karşıya. Bu, İsrail’in kuruluşunun meşruiyeti olarak Holokost ve Filistin devletinin kurulmasını engellemek için bir bahane olan Nekbe arasındaki bağın artık İsrail'in tercihi olmadığı anlamına geliyor. Bunları yeniden ilişkilendirmek İsrail'in soykırım yapmakla suçlanmasına yardımcı oldu ve bir Filistin devletinin kurulmasıyla karşılaşırsa onun için siyasi felakete neden olabilir.