Coğrafi, siyasi ve ekonomik büyüklük farkının ötesine geçersek şunu sorabiliriz: Çin neden nispeten ideolojinin esaretinden kurtulup kendini yeniden keşfetmeyi ve “kapitalist gövdeli, komünist başlı” ekonomik ve politik bir güce dönüşmeyi başarırken, İran, temel değişimi risklerle dolu ve kesinlikle çöküşe açılan bir kapı haline getiren ideolojik durgunluğa saplanıp kaldı?
Yüzyıllar boyunca Çin, sürekliliği ve hayatta kalmayı her zaman ön planda tutan güçlü merkezi otorite üzerindeki hakimiyetini kaybetmeden, uyum sağlama ve değişme yeteneği sayesinde benzersiz bir pragmatik deneyim sundu. Çin lideri Deng Şiaoping'in komünizmi "yeniden tanımlama" deneyimini başlatan 1978'deki ekonomik reformlarının sloganı, Çin'de devletin karakterini özetleyen bu yaklaşımın özünü içeriyor olabilir. Deng, “Fare yakaladığı sürece kedinin siyah ya da beyaz olması önemli değil” demişti. Böylece Çin'in, Komünist Parti iktidarı üzerindeki sağlam hakimiyetini sürdürürken, piyasa ekonomisini benimsemesine olanak tanıyan karmaşık bir süreç başlatmıştı.
Tarihi boyunca Çin, ana değerleri düzen, hiyerarşi ve devletin önceliğini vurgulayan Konfüçyüsçü mirastan da yararlandı. Çin'de pragmatik yönetim kültürünü güçlendiren de bu oldu. Bu kültürel arka plan, Çin Komünist Partisi liderliğinin devletin hayatta kalması için gerekli olan ekonomik reformları meşrulaştırmasını kolaylaştırdı. Kapitalizmi kucaklamasını yalnızca nihai sosyalist hedefe, yani herkes için refaha ulaşmanın bir aracı olarak formüle etmesini sağladı.
Çin deneyiminde devletin karakterindeki bu sürekliliğin aksine, İran'da derin bir süreksizlik ve düzensizlik görüyoruz. 1978-79 İslam Devrimi sadece büyük bir siyasi olay değil, aynı zamanda İran toplumunun köklü bir şekilde yeniden düzenlenmesi idi. Humeynicilik, dini ve mezhepsel olanı siyasi olanla birleştirdi, onları devrimci hamaset tutkalıyla ve devleti bir ilahi velayet olarak tanımlayan, onun yolundan herhangi bir sapmayı, bizzat ilahi olana ihanet sayan bir siyasi sistemle birbirine yapıştırdı. İran'da devlet sadece siyasi bir varlık değil, daha ziyade, gaybi göksel içeriklerin yeryüzünde cisim bulmuş halidir. Bu algı, Çin'in yaptığı gibi pragmatik esnekliği kullanma gücünü yok etti. İran'da ekonomik veya sosyal reform yönündeki her çağrı, yalnızca siyasi bir tehlike değil, aynı zamanda değişim çağrılarını inançsızlık düzeyine çıkaran manevi bir tehlikedir.
Çin Komünist Partisi'nin merkezi kontrolünün, Velayet-i Fakih rejiminin İran toplumu üzerindeki kontrolüne görünüşte benzediği doğru olsa da İran'ın siyasi yapısı daha karmaşık ve kırılgan. İran'daki rejimin dini unsurları ile cumhuriyetçi ve askeri unsurlarının hassas bir denge içerisinde bir arada var olması, her türlü reform girişimini riskli bir maceraya dönüştürüyor.
Daha da önemlisi, İran deneyiminin aksine, Çin deneyiminin gerçekleştirdiği ekonomik başarı, Komünist Partiye yeni bir meşruiyet kaynağı sağladı. Ulusal kimliği bozmadan veya rejimin ideolojik saflığının olmayışı nedeniyle yüksek bedeller ödemeden, muhalifleri etkisiz hale getirme ve çelişkili bir modeli, yani komünist yönetim altında kapitalist bir ekonomiyi dayatma konusunda kararlı bir güç sundu.
Hem Çin hem de İran dış tehditlerden şüpheleniyor olsa da tepkileri kökten farklıydı. Çin, dokunulmazlığını, ekonomik büyüme ve askeri modernizasyondaki konumunu, dış etkilere karşı koymanın bir yolu olarak kullandı. 1978'den bu yana biriken derin yapısal değişimin etkilerinden korkmadan, ülkeyi birleştirmek için milliyetçiliği ve ekonomik başarıyı kullandı. Öte yandan İran liderliği, değişimi engelleyen, herhangi bir ideolojik değişikliğin, İran'ın dış etkilere direnme gücünün zayıflamasına, devrimci devletin çöküşüne yol açacağı yönünde endişeleri olan katı ideolojik pozisyonunun gerekçesi olarak özellikle ABD ve müttefiklerinden gelen dış tehdit fikrini kullandı ve kullanmayı sürdürüyor
Çin komünizmi, Komünist Partinin gücünün özünü korurken, değişen koşullara yanıt olarak gelişebildiğini ve uyum sağlayabildiğini kanıtladı. Köprüler kurarak, aynı zamanda farklılıklarını koruyarak ve rekabeti sürdürerek rakipleriyle dengeli ilişkiler kurmak için stratejik ağırlığından yararlandı. İran'ın dini ideolojisine gelince, bu ideolojinin derin kökleri, herhangi bir temel değişikliğin İran devriminin dokusunu parçalama tehdidi oluşturduğunu ve bunun da rejimin çöküşüne yol açabileceğini düşünen sorunlu bir devlet kimliğine dayanıyor.
Çin Komünist Partisi'nin 1949 sonbaharından beri süren iktidarı altındaki Çin'de değişimin başlangıcının 1978'de İran Devrimi'nin doğuşuna denk geldiğini belirtmek gerekir. Bu durumda İran'ın hâlâ işlerin yönünü değiştirmek için vakti var mı? Görünüşe göre İran için reforma giden yol sadece bir meydan okuma değil, aynı zamanda varoluşsal bir meydan okuma çünkü uluslararası toplumdan giderek daha fazla izole olmasına, ekonomik potansiyelinin boşa harcanmasına ve en asgari düzeyde bile uyum sağlama kapasitesindeki korkunç eksikliğe rağmen, rejimin hayatta kalması ideolojik saflığının korunmasına bağlı.
Eski İsrail başbakanı Naftali Bennett'in belirttiği gibi, İran bugün Çin'den ziyade Sovyetler Birliği deneyimine daha yakın görünüyor. Tıpkı Sovyet Rusya gibi Humeyni'nin İranı da ideolojik kireçlenme, yolsuzluk ve toplumla bağ kaybı yaşıyor ve onun gibi kendi sonunu kendi getirebilir.