Büyük bir Arap düşünür ve filozofun “Filistin'de meselenizin çözümü sandığınızdan çok daha kolay” demesi karşısında yaşadığım şaşkınlığın büyüklüğü hafızamdan asla silinmeyecek.
Trablus'un sıcak yaz akşamlarından biriydi ve turistik şehrin sahil evlerinden birinin girişinin önünde oturuyor, biten günün yorgunluğunu hafifletecek bir esinti arıyorduk. O sıralarda basının kamulaştırılması kararının ardından Daru’l Hakika kapılarını kapattığı için yakın bir zamanda Bingazi'den Libya'nın başkentine taşınmıştım. Çocuklarımı geçindirmem ve başta Libya olmak üzere dünyanın neresinde olursa olsun rızkımın peşinden koşmam gerekiyordu. Libya, biz Filistinlilerin ve Arapların bugün bile korkunç bedelini ödemeye devam ettiğimiz 5 Haziran 1967 felaketinin temsil ettiği ana dehşetten şok olmuş ve ondan kaçan Filistinli bir genç için acılarını barındıran bir vatan gibiydi.
Kaderimde onunla tanışmak, oturup konuşmak, Helsinki'nin soğuğundan kaçarak sosyal hiciv niteliğindeki yazılarının karakteri Hac ez-Zarruk’un ülkesi olan Libya'ya bir ziyaretçi olarak her geldiğinde kendisi ile görüşmek nasip olduğundan beri, beni her zaman güler yüzle karşılayan yüze bakışlarımı diktim. Ona “Nasıl kolay sayın üstat Sadık? Böyle bir sonuca nasıl vardınız?” dedim. Etrafımızda arkadaşım Sayın Reşad Beşir el-Huni de dahil olmak üzere başkaları da oturuyordu. Gözler, kısa ömrüne (1937-1994) rağmen en önemli Arap filozof ve düşünürlerden biri olan kişiye çevrildi. O da şu cevabı verdi: “Filistinliler olarak tüm dünyaya, 1948'de yerlerinden edilerek Arap ülkelerine iltica edenlerinizin, nerede olurlarsa olsunlar Yahudilerin sahip oldukları gibi İsrail’e dönme haklarını garanti altına almanın karşılığında, hem Müslümanlarınızın hem de Hıristiyanlarınızın, Yahudiliği bir din olarak benimsemeye hazır olduğunu duyurun.”
Pek çok tartışmaya yol açan birçok eserin yazarı olan Libyalı filozofun hayal gücünün bu kadar aşırıya kaçmasının yarattığı şaşkınlığın nedeni, pervasızca Filistinli Müslümanların ve Hıristiyanların dinlerini terk etmelerini önermesi ile sınırlı değildi. Aynı zamanda Sadık el-Neyhum gibi bilgili bir entelektüelin, Yahudiliğe geçmenin çok karmaşık bir mesele olduğu gerçeğini bilmiyor olması da şaşkınlık uyandırmıştı. Peki gerçekten bunu bilmiyor muydu? Ona bunu sormuş, o da şu cevabı vermişti: “Hayır genç adam, bunu çok iyi biliyorum ve bir Arap’ın asla dininden dönmeyeceğini de biliyorum. Ben de ondan bunu yapmasını kesinlikle istemiyorum. Ancak davanızın artık farklı bir meydan okumaya ihtiyacı var. Siyasi ve elit liderlerinizin İsrail’i zor durumda bırakacak ve İbrani devletinin kurulmasının Yahudiler için güvenlik ve barışı garanti altına aldığı iddiasının gerçek yüzünü gösterecek yeni bir yaklaşım geliştirmesi gerekiyor.”
Neyhum’un bu aşırıya kaçan önerisinin ötesinde, Arap dünyasının laik rejimlerinin yanı sıra onlarla özdeşleşen parti ve hareketlerin de Filistin-İsrail çatışmasını doğru bir şekilde ele alma konusundaki büyük başarısızlıklarının, dini yaklaşımın şu an için bile geçerli olmasına ve çatışmanın onaylanmış temeli haline gelmesine yol açtığını kabul etmelerinin zamanı muhtemelen geldi. Doğru-yanlış tartışmaları bir yana çözüme ulaşmak, artık dizginlerin din faktörünün elinde olduğunu kabul etmeyi gerektiriyor. Ancak dini önermenin tüm tarafları, her bir tarafın dininin kalıcı olduğu gerçeğini kabul etmezse çözüme ulaşılamayacak. Büyük olasılıkla, insanların kalan nefeslerini rahatça alabilecekleri, birkaç yıl sürecek bir tür barışa ulaşmanın yolu da budur. Bunun dışında, kim tarafından hazırlanmış olursa olsun tüm yol haritalarının hiçbir faydası olmayacaktır.