Bildiğim kadarıyla aklın rolünü kesin bir şekilde inkar eden kimse yok. Birisi bunu yapsa, akıllı insanlar onu deli veya saf sayabilir, ancak dini, ahlaki veya davranışsal olsun belirli alanlarda aklın rolünü inkar eden birçok insan tanıyoruz. Bununla ilgili argümanları, aklın bu konularda yeterli bir ölçü veya bilginin veya değerin tek kaynağı olmadığıdır. Mesela İslami şeriat meseleleri hakkında konuşanların İslam'ın rasyonelliğini ve aklın ürettiği bilimleri yücelttiğini, dahası doğru akıl ve doğru rivayet diye adlandırdıkları şey arasında bir çelişkinin imkansız olduğunu vurguladıklarını fark ettim. Ancak aynı kişiler, deneylerle kanıtlanmış bilimsel ifadeler ile metnin görünen anlamı arasındaki çelişki gibi kritik noktalara geldiklerinde bu sözü unutuyorlar. Çelişkinin gerçekte ispatlanmış olduğunu, bunu teorik olarak olumsuzlamanın hiçbir şeyi değiştirmediğini önceki yazılarımda açıklamıştım. O halde gelin aklın rolünden şüphe duymanın, hatta onu reddetmenin ardındaki etkenleri anlamaya çalışalım.
Bir etkene odaklanacağım, o da şeriatın takipçilerinin kültürel tarihiyle karışmasıdır. Bu konunun çoğu okuyucu için açık olduğunu, atalarımız arasında yaygın olan ve onların mirasıyla birlikte bize aktarılan bir kanaat ile yoğun bir şekilde belirginleştiğini düşünüyorum. Söz konusu kanaatin içeriği, şeriatın kendi özel rasyonelliğini kurmuş olduğu, bu nedenle sıradan aklın hükümlerini şeriat meselelerine uygulamanın doğru olmadığıdır. Özel rasyonalitenin anlamı, şeriatın, din veya coğrafya tarafından sınırlandırılmayan genel akıldan farklı olarak sağlam ve kusursuz akıl olarak tanımlanabilecek bir şey oluşturduğudur.
Bu görüş birçok sonuç doğurmuştur; bunlardan en önemlisi din biliminin diğer bilimlerin kural ve yöntemlerinden bağımsız, kendi başına bir ekol metodu olarak tesis edilmesidir. Buna göre dinî konular olarak sınıflandırılan konulara felsefenin, tıbbın, dilin, tarihin kural ve metotlarını uygulamak artık mümkün değildir. İş bununla kalmadı, değer bakımından ve bilimsel değerlendirme açısından din bilimine diğer tüm bilimlerden öncelik verme noktasına ulaştı. Mesela, bir kısım âlimler (özellikle eskiler), Zeyneddin el-Amili'nin ifadesiyle diğerleri ile karşılaştırıldığında din ilminin “en şerefli ilim” olduğunu beyan etmişlerdir.
Değer düzeyindeyse, fıkhi görüşün diğer bilimlerden türetilen görüşleri aşan ve hatta olumsuzlayan bir statüye sahip olduğunu kabul etmişlerdir. Fıkıh alimlerinin tıp öğretmek veya olası bir suçu tespit etmek amacıyla bile olsa ölünün cesedine otopsi yapılmasını yasaklaması, hayat kurtarmak için gerekli olsa bile organ bağışını ve naklini yasaklaması, buna örnek olarak verilebilir. Keza yeni ticaret türleri ve sözleşmeleri, toplumsal cinsiyet eşitliği gibi bireysel haklar, hak ve görevlerde Müslüman ile kâfirin eşitliği, hatta şehirli ile bedevi, Arap ile Arap olmayanın eşitliği konularındaki nispeten uzlaşmaz tutumları da bir başka örnektir. Bu türde pek çok örnek var ve bunların bir ortak noktası bulunuyor; bu meselelerin yakın zamanda ortaya çıkması ve metnin yazıldığı dönemde bilinmiyor ya da o dönemde farklı bir içeriğin başlığı olması. Fıkıh alimleri, “önemli olan, neden değil, kelimenin genelliğidir” kuralını dillendirmelerine rağmen, fikirleri tarihsel deneyimin kısıtlamalarından kurtaramadılar.
Bu tartışma ile amacım din ilminin ortadan kaldırılması çağrısında bulunmak değil, zira bu faydasız bir çağrıdır. Amacım bu bilimi rasyonelleştirmek, yani onu diğer tüm bilimler gibi bir insan ürünü olarak ele almak ve onu beşeri bilimlerin akışıyla, özellikle de ekonomi, sosyoloji, felsefe, mantık, tarih, dilbilim, hukuk ve diğerleri gibi din biliminin konularını etkileyen bilimlerle yeniden ilişkilendirmektir. Bu açıdan önemli olan bilimin adı değil, bu fikrin dayandığı fikri temeldir. Bununla, din biliminin tarihin kısıtlamalarından ve yapay kutsallıklardan kurtarılmasını kastediyorum. Dünyanın çeşitli uzmanlık alanlarından çeşitli bilim adamlarının olağanüstü katkılarından, Kuran'ın ruhundan doğan, aynı zamanda çağın ruhundan ve insanlarının ihtiyaçlarından ilham alan bir dünya vizyonu sunmamıza yardımcı olacak kadar yararlanmalıyız demek istiyorum.