Mustafa Fahs
TT

İran savaş istemiyor

Lübnanlı aktivistler “Lübnan savaş istemiyor” sloganını benimsediklerinde İran ekseninin destekçileri ya da Hizbullah'ın 8 Ekim'de başlattığı “destek savaşının” savunucularının ihanetle suçlama ve kötüleme kampanyasına maruz kalmışlardı. Bu kişiler, çoğu Lübnanlıya ve hatta şu anda İran'ın Güney Lübnan cephesini açma kararı sonucunda can ve mal kayıpları açısından en yüksek bedeli ödeyen Hizbullah’ın kuluçka merkezine bile ikna edici gelmeyen gerekçeler kullanmışlardı. Ancak İran’ın kararına aykırı görüş beyan eden veya itiraz eden herkesi ihanetle suçlayan, tehdit eden, hakaret eden bu taraflar veya kişiler, rejimin üst düzey liderlerinin “Tahran savaş istemiyor” yönündeki resmi İran açıklamalarının ardından bir ölü gibi sessiz kaldılar ve tek kelime etmediler.

İran'ın tutumuna yönelik güvensizlik, Tahran’ın uluslararası politika dosyasının, özellikle de ABD ile müzakere dosyasının, İran Başkan Yardımcısı Muhammed Cevad Zarif ve Dışişleri Bakanı Said Arakçi ikilisine teslim edilmesiyle oluştu. Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan'ın İran yürütme otoritesinde piramidin başı olması nedeniyle bu ikili pratikte bir üçlüye dönüştü. Bu da onların, İran Cumhuriyeti’nin Dini Lideri’nin desteğini alan bir diplomatik misyonla görevlendirildikleri, Devrim Muhafızları veya radikal akımın liderlerinin İran'ın süresiz olarak ertelenen yanıtı veya İsrail'in yenilgisi hakkında yaptıkları tüm açıklamalar ile ilgilenmedikleri anlamına geliyor.

Şok edici olan, Devlet Başkanı Pezeşkiyan, yardımcısı Cevad Zarif, Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi ve Dini Lider’in İran’ın savaş ile ilgili tutumu hakkındaki tutumunu resmi bir şekilde ifade eden Düzenin Maslahatını Teşhis Konseyi üyesi Muhsin Rızai'nin tutum, açıklama veya mesajlarının tamamının, İsrail bombardımanında ölenlerin sayısının 500'ü aştığı Güney Lübnan'da tanık olunan en kanlı güne denk gelmesiydi. İsrail savaş uçakları, bazılarının “çıkış yolculuğu”  olarak tanımladığı en büyük toplu göçün yaşandığı güneydeki köy ve şehirlere en ağır hava saldırılarını gerçekleştirdi. Keza İran'ın Washington'a yönelik uzlaşmacı açıklamalar seli, Hizbullah'ın askeri yapısının çağrı cihazlarının patlatılması ve “elit güçler"in üst düzey liderlerinin suikasta uğraması sonrasında stratejik bir gerileme yaşadığı bir döneme de denk geldi.

İran'ın bölgesel nüfuzu ve hatta rejimin geleceği açısından bu en tehlikeli anda, Düzenin Maslahatını Teşhis Konseyi, olumsuz yansımalarını önceden bildiği bölgesel bir savaştan ülkesini kurtarmak için harekete geçti. Süslü sloganlardan ve ideolojik önermelerden uzak, pragmatizm sloganına sarılmış bir çıkarlar sistemi kapsamında ilerledi. Tahran iki hususun farkında olarak durumu tam bir rasyonellikle ele aldı. Birinci husus, her türlü ideolojinin veya siyasi bağlılığın üstünde olan ulusal emniyeti. İkinciye gelince; Washington ve Tel Aviv ile arasındaki güç dengesinde bulunan açık fark. Bu rasyonellik, gerçek korkunun yanı sıra, en hassas konularda ciddi müzakerelerin yapılmasına ivme kazandırdı. ABD-Avrupa-Arap ortak açıklamasına dayanarak Lübnan'da geçici bir ateşkes önerilmesine yardımcı olan faktörler arasında bunlar da olabilir.

Öte yandan İran'ın iyi niyeti, üst düzey yetkililerinin açıklamaları aracılığıyla ABD yönetimini bu konuda onunla yarı yolda buluşmaya sevk etti. Beyaz Saray, Tahran'ın topyekûn bir savaş istediğine dair hiçbir kanıt olmadığını vurguladı.

Tahran sadece savaş istemiyor, aksine, özellikle Washington ile uzlaşma istiyor. Amerikalıları kardeş olarak gören, silahların bırakılması gerektiğini ve Hizbullah'ın Tel Aviv ile mücadele edemeyeceğini söyleyen Cumhurbaşkanı Pezeşkiyan'ın açıklamalarıyla da bu arzusunu, gayretini ve iyi niyetini ifade etti. Bu, İran'ın dış kollarından sınırlı bir şekilde vazgeçebileceğine veya bazı arenalar, özellikle de Gazze ve Güney Lübnan gibi yanan arenalar ile ilgili pazarlıklara yönelebileceğine ilişkin mesajları olarak yorumlanabilir.