Kardeş ülke BAE’den bir entelektüel olan Mira Hanım, bana vatandaşlar arasındaki ilişki ve onların anavatanları ile ilişkileriyle ilgili şunu sordu; vatandaşlığın sağlıklı ve yapıcı olması için yasal içeriği ile mi yetinmeliyiz yoksa duygusal bağa, yani dayanışma, karşılıklı bağımlılık ve tek bir aidiyet duygusuna da mı ihtiyacımız var? Hayatın gerçekliği içinde böyle bir soruyla daha önce de karşılaştım. Ayrıca tanıdığım insanlara, bazı vatandaşlar tarafından şöyle dendiğini de duydum; “inandığımız şeylerin çoğunu inkâr ederken nasıl bizim gibi vatandaş olabilirsiniz?” Geçmişte ünlü birinin bir televizyon röportajında şunu söylediğini de duymuştum; “eğer ‘falanca’ ile karşılaşırsam onun yüzüne tükürürüm.” Ardından neden böyle söylediğini, “biz aynı yere ve referansa ait değiliz” diye açıklamıştı. O dönemde yaygın tartışmalara yol açan bu röportajı pek çok kişinin izlediğini biliyorum. Çok şükür o sayfa kapandı ve ülkemiz onun yüklerinden kurtuldu.
Mira Hanım'ın sorusu vatandaşlık kavramını, vatandaşlar arasında siyasi, dini, duygusal ve kültürel inançlarda tam bir özdeşleşmenin sağlanması anlamında tam bir kimlik düzeyine çıkarma arzusuna işaret ediyor. Bunun aslında mümkün olduğunu düşünmüyorum. Dahası mümkün olduğunu söylesek bile bunu başarmak oldukça zordur. Bu yüzden ve insanlara istemeyecekleri bir şeyi yükleme korkusuyla, bunun için çabalamak ya da bunu talep etmek için hiçbir neden göremiyorum.
Ancak ben konuya kimlik ve vatandaşlığın anlamına ve bunların kültürel içeriğine odaklanan başka bir açıdan bakacağım. Bu konuya olan ilgimin nedeni, farklı kimliklerin birbirine karıştırıldığını ve bunların özellikle ulusal kimliğe atfedildiğini, gereksiz yere dini/mezhepsel normlarla karıştırıldığını düşünmemdir.
Normalde bir kişi, etnik/ulusal aidiyet ile başlayıp ailevi, kabilesel ve bölgesel aidiyete, mesleki ve sınıfsal kimliğe, siyasi eğilime, din, mezhep ve dile, vatandaşı olduğu anavatanın sosyal çevresinin kültürel tarihine kadar uzanan birçok kimlik taşır. Saydığımız bu pek çok aidiyetin her biri, onu bir yere çeken, kültürünü ve dünya algısını etkileyen, yani zihniyetini şekillendiren bir ipliği temsil eder. Bu anlamda insan kimliği, farklı kimliklerin karmaşık ve iç içe geçmiş bir sentezidir. Ne kadar artarsa kişinin kişiliği o kadar derinleşir, ufku da o kadar genişler.
Ben tüm dünyada, tek kimlikli yani zihniyeti tek bir kimlik, tek bir aidiyet çerçevesinde şekillenen tek bir insan olmadığını iddia ediyorum. Böyle bir insanın hayatı boyunca tüm dünyadan izole olması gerekir. Bu ise bence, günümüz dünyasına baktığımızda imkânsızdır.
O halde, sahip olduğumuz kimlikleri iç içe geçmiş daireler şeklinde hayal edelim. Bazıları ortada, bazıları kenarlarda, bazıları da üst üste bulunmaktadır. En iyi durum, bu kimlikler arasındaki etkileşim ve yakınlaşma durumudur, yani bir kişinin kendisini, kültürünü, dinini, ailesini, kabilesini ve siyasi aidiyetini ulusal hukuk çerçevesinde ifade edebilmesidir. Burada herkes tek bir toprakta buluşmaktadır ve ulusal kimlik geniş, kapsayıcı bir daireyi veya diğer tüm aidiyetler ve kimlikler için koruyucu bir şemsiyeyi temsil etmektedir.
Böyle bir durumda ulusal toplum, bağımsız bireylerden oluşan büyük bir kalabalık değil, her biri bir renk ve işarete sahip olan ancak hepsi büyük dairenin yani ulusal kimliğin içinde yer alan yüzlerce daireden oluşur. Buna “birlik içinde çeşitlilik” diyoruz ve bu, vatan fikrinin bu çağdaki en güzel ifadesidir.
Belki de biri hariç tüm kimlikleri ortadan kaldırmaya çalışan son derece güçlü bir hükümet vardır. Bu ise ancak kaba kuvvetle başarılabilecek bir şeydir. Bazı diktatörlerin bunu düşündüğünü veya yapmaya çalıştığını tarihi kayıtlardan biliyoruz. Bu projelerin mantığa ve hayatın doğal akışına aykırı oldukları için daha ilk adımlarında başarısızlıkla sonuçlandıklarını da biliyoruz. Özetle tam vatandaşlık, diğer vatandaşlardan ne kadar farklı olursa olsun, aslında o ülkenin vatandaşlığını taşıyan herkes için gerçekleşmiştir. Bu da tam anlamıyla yeterlidir. Eğer bundan daha fazlasını denersek, bir anavatan inşa etmek yerine onu yıkarız. Çeşitlilik anavatanı zenginleştirir ve anavatan, kaynakları, geçmişleri veya hedefleri ne kadar farklı olursa olsun tüm halkına aittir.