Dünya genelindeki Şii Müslümanların en yüksek otoritesi Ali es-Sistani alarm zilini çaldı. Bu, sanki devlet ve halk olarak Iraklıların yansımalarını kaldıramayacakları zorlu bir hadise yaşanmadan önce son kez çalınan bir zil gibi görünüyor. Potansiyel tehlikeler Sistani'yi uzun bir sessizliğin ardından konuşmaya itti ve 2003’ten sonra kurulan rejimin Irak'taki siyasi deneyimine yönelik memnuniyetsizliğini ya da itirazını dile getirdi. Rejim şu anda iki şey arasında sıkışıp kalmış durumda; ya radikal reform ya da ölümcül kaos. BM Genel Sekreteri'nin Irak Temsilcisi ve Irak'taki BM Misyonunun (UNAMI) Başkanı Muhammed el-Hassan ile yaptığı görüşmede Sistani, silahın devlet ile sınırlandırılması çağrısında bulundu. Her ne şekilde olursa olsun dış müdahaleleri reddetti ve yolsuzlukla mücadele çağrısı yaptı.
Sistani'nin bu çağrıları yeni değil. Bunlar, bağlı kaldığı ve 10 yıldır kabul etmeyi reddettiği, Iraklı politikacılar dışındaki önemli ziyaretçileri önünde ısrarla tekrarladığı, dünyada çoğunluğu oluşturan ve Caferi mezhebine mensup takipçilerine hatırlattığı ilkelerdir. Irak ve bölge tarihi için çok önemli bir aşamada bozmayı seçtiği uzun bir siyasi orucun ardından, bir kez daha bunları hatırlattı ve onlara bağlılığını vurguladı.
O halde tekrarlanmasına rağmen Şiilerin en yüksek otoritesinin duruşunu istisnai kılan zamanlamadır. Sistani’nin bu duruşunu yinelemesinde belki de Necef'teki dini otoritenin, Irak ve 2003 sonrasında kurulan rejime yönelik yakın bir tehlike olduğuna inandığı hususa dair bir uyarı bulunmaktadır. Bu rejimin ürettiği ve bir otorite üretme rolünü yerine getiren ama bir devlet üretmede başarısız olan siyasi yapılara sert ve açık mesaj taşımaktadır. Kaldı ki, Sistani’nin bu uyarı sözlerinin ana motivasyonu da devlettir.
Aynı zamanda uyarının geldiği mekân da önemli. Burası dünyadaki Şii toplumunun ruhani merkezi, bir yönetici değil nasihat veren konumunda, genel bir gözetici rolü oynayan Necef'tir. Bu konuma göre ulusal, dinsel ya da mezhepsel bağlılığı ne olursa olsun, bireylerin ya da bir milli grubun sadece devlet tarafından korunması çağrısında bulunmaktadır. İster Iraklı ister Lübnanlı olsun, ulusal meselelerin sadece bireylerin, yani ister adil isterse adaletsiz olsun, ulusal güvenliğin sorumluluğunu tek başına taşıyan bir devletin vatandaşlarının meseleleri olduğunu ifade etmektedir.
Sistani'nin sözlerini yönelttiği siyasi güçler yani bilhassa iktidardaki Koordinasyon Çerçevesi, hemen onun sözlerini onayladı ancak mevcut aşama kararlılık ve uygulama gerektiriyor ki, yine bu aşamada zor veya neredeyse imkânsız görünen de budur. Tüm tehlikelere rağmen Sistani'nin sözleri, Saddam rejiminden sonra Irak'ı yöneten, onu ve keza Lübnan'ı kontrol eden otorite ve silah ikiliğine ilişkin her türlü fıkhi ve şer’i örtüyü kaldırıyor. Aynı zamanda işlerin nasıl sonuçlanacağının, devletin zayıflamasının ve bir grubun kararlarını tekeline almasının tehlikelerinin de sorumluluğunu taşıyan bu ikiliğin, devlet ve toplum pahasına gayri meşru kazanımlarından ve nüfuzundan vazgeçmesi yönünde açık bir çağrıda bulunuyor.
Sistani'nin sözleri Bağdat'ta, Beyrut'ta ve onun pozisyonuyla ilgilenen diğer başkentlerde de yankılandı. Onun sözleri sınırları aşan ideolojik bağlılıktan bağımsız, ulusal çıkarlar için bir ölçüdür. Devlete bağlılığın her türlü sadakatin üstünde olduğunu, din, mezhep ve inanç güvenliğinin teminatının vatanın ve insanların canlarının güvenliği olduğunu düşünmektedir.
Sistani'nin Iraklılara söyledikleri zor ve bu nedenle, “Bunu başarana kadar Iraklıların önünde uzun bir yol var, Allah bu yolda onların yardımcısı olsun” diyor. Yani mali ve idari yolsuzluk ile silahın devletle sınırlandırılmasını sağlama mücadelesi zordur ve uzun sürecektir. Bu, Lübnan için de geçerli, çünkü bu tarihle değil, gelecekle ilgilidir. Modern tarih okulunun önemli isimlerinden biri şöyle der: “Tarih, geçmişi bilme bilimi değildir. Daha ziyade insanın tarihsel zaman içindeki bilgisidir ve tarihsel zaman geçmiş, şimdiki zaman ve gelecektir.”