Hazım Sağıye
TT

Peki bu güçlü ordularla ne yapacağız?

Suriye ordusu, Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ) karşısında kartondanmış gibi yıkılırken ve İsrailliler tek bir parmak dokunuşuyla onun askeri altyapısını yok etmeye yönelmişken, Lübnanlı direniş yanlıları, Hizbullah'ın silahsızlandırılması için tek şartın Lübnan'da “güçlü” bir ordu (!) olması çağrısında bulunmaya devam ediyorlardı.

Aslında söylediklerini kastetmedikleri bir yana, son Suriye olayları, bu meseleyi ve bölgemizdeki ordulara ve bizatihi arkalarındaki güç ilkesine dair sorgulamaları bir kez daha gündeme getiriyor. Ülkelerimizin ordulara ihtiyacı olabilir, ancak kesin olan şu ki “güçlü” ordular ihtiyaç duydukları son şeydir.

İsraillilerin, Esed'in çöküşünden doğabilecek şartları umursamadan, Suriye'de yaptıklarını yapabilmeleri acı verici. Yahudi devleti, özellikle Aksa Tufanı felaketinden sonra, tam bir bencillikle davranıyor. Mutlak güvenliğini mutlak kaygısı haline getirdi ve hiçbir siyasi dönüşüm, uluslararası çağrı ve her türlü baskı onu yıldıramıyor. Nitekim Suriye'de de yeni durum belirsizliğini korurken, harekete geçtiğini ve fırsatı değerlendirdiğini gördük.

Ancak Suriye ordusunun tarihi, İsraillilerin yaptıklarından kaynaklanan kayıp duygusunu hafifletiyor, özellikle de bu kayıpların bir kısmının daha önce Guta'da yaşayan Suriyelileri yakan kimyasal silahlar olması nedeniyle. Söz konusu ordunun adı, diğer ordulardan daha çok askeri darbelerle anıldı. Subayları ülkelerini Birleşik Arap Cumhuriyeti potası içinde eritme girişiminde bulunmadan önce ordu halkına Hüsnü ez-Zaim, Edib el-Çiçekli ve Abdulhamid el-Serrac gibi liderler sundu. En değerli zehirli hediyesi ise 1967'de Golan işgal edildiğinde Savunma Bakanı olan Hafız Esed'di. Daha sonra resmi ve askeri tarih onu Golan Kahramanı ve ardından da “Ekim (Savaşı) Kahramanı” olarak deklare edecekti.

Dolayısıyla askeri kurum, zulüm ve yalan ittifakının fabrikasıydı. Suriye, ordunun 1949'daki ilk darbesinden itibaren 1967 ve 1973'te iki büyük yenilgi yaşadı. 1974’teki “savaşı durdurma anlaşması” Lübnan’da 1982’de büyük bir aşağılamanın yaşanmasını engelleyemedi. Şam daha sonra rejimini korumak için İran, Rus ve Hizbullah güçlerini çağırırken, İsrail'in hava ve kara ihlalleri görmezden gelindi ve 7 Ekim'den sonra subayların suskunluğu bir mezar sessizliğine dönüştü.

Suriyelilerin büyük çoğunluğu yoksulluk sınırının altında yaşarken, ordu, sadece küçülme ve daralma rakamları büyüyen,  Captagon üretimine bağımlı olan bir ekonomi üzerinde bir yük olmayı sürdürdü. Askeri kuruma bir de giderek artan bir bağımsızlık kazanan yerel milisler eklendi. Bu özgürlük sayesinde milisler, işgal ettikleri bölgelerin mütevazı kaynaklarını yağmalayabiliyor ve gelir elde etmek için kaçakçılık ve adam kaçırma faaliyetlerinde bulunabiliyorlardı.

Bununla birlikte Suriye ordusu, hapishane ve işkence, devrim ve ardından gelen iç savaş yıllarında parça tesirli bombalar ve kimyasal silahların kullanılması, şehirlere yönelik saldırılar gibi faaliyetleri konusunda gerçekten “cesur”du.

Öte yandan, modern Irak tarihi, Maşrık’ın “”güçlü” ordularının deneyimleri hakkında başka bir yargı sunuyor. Geleneksel olarak, resmi anlatı, bu ordunun kuruluş mitinin, Nazi Almanyası'nın 1941'deki darbesini desteklediği Raşid Ali el-Geylani hareketine dayandığını ileri sürmüştü. 1958'de askeri darbeyle iktidarın ele geçirilmesinden, Saddam Hüseyin'in 1979'da iktidarı tekeline almasına kadar dört başarılı darbe girişimi ve sayısız başarısız girişim yaşandı. Ancak Abdulkerim Kasım'ın önderliğindeki ilk askeri rejimin ilk askeri eylemi, kuzeydeki Irak Kürtlerine karşı başlatılan harekât olmuştu. Bu misyon Baasçıların yönetime gelmesiyle birlikte daha da gelişerek Enfal ve Halepçe trajedileriyle sonuçlandı. Bu arada Saddam, ordusunu İran'a karşı yaklaşık on yıl süren ve 1 milyon can kaybına yol açan yıkıcı bir savaşa soktu. Savaş biter bitmez Saddam'ın ordusu bu kez Kuveyt'i işgal etti. Geniş bir uluslararası koalisyon tarafından Kuveyt’ten çıkarıldıktan sonra, yenilen ordu Irak’ın güneyindeki bir ayaklanma ile kuzeydeki başka bir ayaklanmayı bastırmayı üstlendi.

Buna rağmen Saddam devrilip, muhalefet ve Amerikalılar tarafından düşünmeden ve doğaçlama olarak ordunun dağıtılması fikri ortaya atılınca, ordunun İsrail ile savaşını bahane eden sesler yükselmişti. Zira onların görüşüne göre ordunun dağıtılması, söz konusu ordudan korkan İbrani devletine hizmetten başka bir şey değildi. Gerçekten de bu kurum korundu fakat kısa bir süre sonra 2014 yılında Musul'da çöktü.  Ama İsrail karşısında değil, DEAŞ karşısında çöktü. Bunun üzerine ordu eksikliklerini milis gruplarla kapattı. Haşdi Şabi Kuvvetleri, Bağdat ve Tahran'ın stratejik olarak gördüğü rolleri üstlenmek üzere doğdu, çünkü ikisi de bu konuda orduya güvenmiyorlardı.

Bu süreç içerisinde 1973'te Maşrık’ın iki büyük ordusu arasında bir ortak “ulusal” eylem anına tanıklık etme fırsatımız da oldu. Burada Ekim (1973 Arap-İsrail) Savaşı sırasında Bağdat’ın Şam'a kuvvet göndermesinden bahsediyoruz. Ama o dönem Suriye yönetimi, Iraklıların sadece darbe yapmak için geldiklerini söylemişti. Irak yönetimiyse, Suriyelilerin bu suçlamayı, kuvvetlerini kısıtlamak ve İsrail'le savaşmalarını engellemek amacıyla uydurduklarına inanıyordu.

Gerçek şu ki, İsrail açısından, orduların ve direnişin kendisiyle çatışma programlarından çıkarılması, Lübnan'da bazılarımızın hâlâ İbrani devletinin sadece onun dilinden anladığını iddia ettiği gücü dışlayan formüllerin ve araçların düşünülmesi daha iyidir.