İmil Emin
Mısırlı yazar
TT

İkinci Trump dönemi: Cumhuriyet ile imparatorluk arasında

ABD'de başkan seçilen Donald Trump'ın yemin törenine saatler kala, önündeki meydan okumalar çeşitli ve engeller de bir o kadar fazla görünüyor. Ancak, özellikle onun ve genel olarak Amerikalıların karşı karşıya olduğu en büyük meydan okuma, kurucu babalar tarafından temelleri atılan Amerikan Cumhuriyeti'nin, onu imparatorluğa doğru iten zorlayıcı dönüşümler karşısında nasıl korunacağıdır. Erken dönem Amerikan başkanları ve düşünürleri, güçlü ahlaki inançları nedeniyle imparatorluk fikrine düşmanca davrandılar. Hayatlarını, servetlerini ve kutsal onurlarını Roma İmparatorluğunu yenmeye adadılar. Gölge istihbaratçı George Friedman, ünlü kitabı “Değişen Dünyada İmparatorluk ve Cumhuriyet”te bu konuyu ayrıntılı olarak anlatır.

Son birkaç haftada, özellikle Trump'ın kuzeyde Grönland ve Kanada'dan güneyde Panama ve Meksika'ya kadar Amerikan jeopolitik varlığını genişletme arzusunu açıklamasının ardından, Amerikan imparatorluğuna dair konuşmaların yoğun bir şekilde gündeme geldiği sır değil. Muhtemelen Trump’ın bu tür arzularının gerisi gelecek ve uluslararası ilişkilerde belirsizlik yaratacak.

George Washington, John Adams, Thomas Jefferson ve diğer yoldaşları, yeni doğan Amerikan cumhuriyetinin kendi kaderini tayin etme ve doğal haklar ilkelerine dayandığına inanıyorlardı. Bugün ABD'nin iç ve dış siyasi yapısında ise buna rastlanmıyor.

Burada akla şu soru geliyor; bugünkü ABD ile iki bin yıl önceki Roma İmparatorluğu arasında herhangi bir benzerlik var mı?

Trump’taki imparatorluk eğiliminin uyandırdığı korkular, imparatorluk kavramlarının cumhuriyet değerlerinin önüne geçtiği kadim çağlarda yaşananları hatırlatıyor. Zira imparatorluk, para ve güç hırsını yarattı; bu da daha sonra taçtaki mücevher ve Roma vatandaşlığının gururu olan cumhuriyetçi erdemleri yok etti.

Başkan Trump'ın ikinci döneminin eşiğinde Amerikan süper gücü, imparatorluğa doğru zorla bir yol izlemeye ve cumhuriyetin erdemlerinden vazgeçmeye yönelik bir kaldıraç gibi görünüyor. İkinci Dünya Savaşı'nın sonundan itibaren, General Washington'un bilgeliğinden ve en ünlü filozof ve politikacı Jefferson'ın anlayışından tamamen farklı, “başka bir ABD”nin rahimde şekillenmeye başlamasıyla bu süreç başladı. Bu, ABD’nin payandası General Eisenhower'ın veda konuşmasında sözünü ettiği gizli devlettir. Söz konusu payanda ise içeride savaşlara yol açması kaçınılmaz olan bir askeri endüstriye, dışarıda ise dünya ticaretinin hareketine yön veren bir ekonomik faaliyete dayanmaktadır. Bütün bunlar, demokratik kurumlarla kolayca yönetilemeyen ve ABD'nin birinci ahlaki ilkeleriyle hiçbir şekilde bağdaşmayan bir sistem yaratıyor.

Düşünülmesi gereken soru şu: Trump, cumhuriyetin idealizmi ile imparatorluğun gerçekçiliği arasındaki paradoksla yüzleşirken gönüllü mü, yoksa zorunlu bir yol mu izliyor?

Güncel veriler, günümüz Washington'u ile antik Roma arasında büyük benzerlikler olduğunu gösteriyor. ABD, emperyal varlığı konusunda hiçbir seçeneğinin olmadığı bir noktaya ulaştı.  Amerikan ekonomisinin genişlemesi ve özellikle Bretton Woods ile birlikte ahtapot benzeri kollara sahip olması, Dünya Bankası ile Uluslararası Para Fonu üzerindeki hakimiyeti, bugün kral ve çarların toplamının sahip olduklarından daha fazla güç sahibi olan Amerikan ordusunun muazzam gücü göz önüne alındığında, tüm bunlar ABD'nin üzerinden imparatorluk cüppesini sıyırma fikrini neredeyse imkânsız kılıyor. Böyle bir girişimde bulunulması halinde, yalnızca Amerikan ekonomisi değil, dünya düzeni de istikrarsızlaşacaktır.

Burada tarihsel diyalektik, Trump başkanlığına pragmatik imparatorluk sürecini tamamlaması ve cumhuriyetin erdemlerini reddetmesi yönünde güçlü bir baskı uyguluyor gibi görünüyor. Ülkenin zayıf, dış müdahalelerde bulunmak istemeyen veya ezilmeden bunu yapacak gücü olmayan 13 koloniden ibaret olduğu bağımsızlık yılı 1776 ile bu yıl arasında büyük fark var. Bugün ABD, 50 eyalete yayılmış 330 milyonluk nüfusuyla dünyanın ve insanların gündemini oluşturuyor ve meşgul ediyor. Donanmaları her 24 saatte bir denizleri ve okyanusları dolaşıyor ve uyduları gezegeni yukarıdan günün her saati tarıyor.

Trump'ın imparatorluğu, taşa kazınmış ve kaçışı olmayan bir kader gibi görünüyor ve dünya, iniş çıkışlarıyla en azından önümüzdeki dört yıl boyunca bununla yaşamak zorunda kalacak.

Trump'ın önümüzdeki saatlerde gerçekleşecek yemin töreni, özellikle dış politikaların şekil ve karakterinde birincil aktör olan Amerikan başkanının statüsüne, daha mecazi olsa bile, cumhuriyetçi bir liderlikten emperyal bir vizyona dönüşme tehlikesine daha fazla ışık tutacak. Başkanlık makamı sadece başkanındır ve o tüm halkın temsilcileri tarafından seçilen tek yetkilidir. Bu nedenle, Amerikan siyasi sisteminin kalbindeki temel taştır ve imparatorluk ile cumhuriyet arasındaki ilişkileri yönetmede ve dengeler yaratmada temel faktördür.

Cumhuriyet ile imparatorluk arasındaki karşılaştırma bizi kaçınılmaz olarak Trump'ın karşı karşıya olduğu daha büyük bir soruna götürüyor. O da gerçekçilik ile idealizm ve Machiavelli'nin Amerikan iç siyasetindeki mirası arasında bir tercihte bulunmaktır. Bu konu hakkında ne denilebilir. Bir sonraki yazıda devam edeceğiz.