İngiltere merkezli BBC, ABD'nin yeni-eski Başkanı Donald Trump'ın hükümet kurumlarındaki “Hristiyan karşıtı taraflılığı ortadan kaldırmak” amacıyla bir görev gücü oluşturulacağına dair duyurusunu “Trump: Tanrı'ya ve dine dönmeliyiz. Toplumumuzda Hristiyanlığa karşı şiddetin ve vandalizmin peşini bırakmayacağız” başlığı altında yayınladı.
Trump, ABD'de çoğunluğun dinine yönelik “adaletsizliği” sona erdirmek için kurulacak ekibe başkanlık etmek üzere yeni Başsavcı Pam Bondi'yi atadığını söyledi.
Trump, ekibin misyonunun Adalet Bakanlığı, Gelir İdaresi, FBI ve diğer hükümet kurumlarında “Hristiyanlara yönelik her türlü hedef alma ve ayrımcılığı derhal durdurmak” olacağını sözlerine ekledi.
Trump daha önce de manevi yönünden ve Tanrı ile ilişkisinden bahsetmiş, seçim kampanyası sırasında kendisine yönelik meşhur suikast girişiminin ardından bu ilişkinin daha da güçlendiğini söylemişti. Kulak memesini sıyıran o kurşun, Demokrat rakibi Joe Biden ve arkasındaki Obama hareketi için son darbe olmuştu.
Bugün, 17 yıl öncesine dönersek, Haziran 2008'in başlarında, liberal İngiliz İşçi Partisi Başbakanı Tony Blair'in, inanç vakfının açılışında konuşmacı olarak şunları söylediğini hatırlarız: “Yirminci yüzyıl siyasetin yüzyılıydı, ama yirmi birinci yüzyıl dinlerin yüzyılıdır.”
2008'den bugüne kadar Arap coğrafyamızda şu tür patlamalara tanık olduk: Lübnan Hizbullah'ı ve onun ilahi zaferi, el-Kaide, İhvan, Arap Baharı, Ensarullah ile Hasan ve Hüseyni mucizeler kokan fetihleri, DEAŞ ve sözde peygamber hilafetine benzer hilafeti.
Suriye'de bugüne kadar var olan cihatçı grupların ve hilafet hareketlerinin patlamasına benzer bir yapılanmada Afrika'da Boko Haram, Somali’de el-Kaide’ye bağlı eş-Şebab örgütlerinin ortaya çıkması ve elbette ki Irak'ta Hizbullah, el-Nuceba ve Asaib Ehlil Hak örgütlerde görüldü.
Bütün bu dinsel nitelikteki patlamalar, bu örgütlerin okumasına göre, dinsel ruhu, yüzyılımızın ilk üçte birini kaplayan o renk ve o nefesi kutsamıştır. Her halükarda 21. yüzyılın, insanların bedenlerinden ve mallarından önce zihinlerini ve ruhlarını havaya uçuran fundamentalist el- Kaide patlamalarıyla başladığını unutmamalıyız. Burada 11 Eylül 2001 saldırısını, ardından el-Kaide’nin 2003'te Riyad, Kazablanka ve diğer yerlerde düzenlediği bombalı saldırıları kastediyoruz.
Batı'da milliyetçi bir renk taşıyan din ve Hristiyanlık tonunun yükseldiği dikkatleri çekiyor. Peki bu Batı canlanması Doğu coşkusuna bir tepki mi?
Doğrusu araştırılması, incelenmesi gereken bir konu ama kesin olan şu ki; siyaset alanında Orta Asya’dan başlayıp Arap ülkelerinden geçerek Atlas Okyanusu’na kadar uzanan, bir din kavgasının, Batı'da dini bir tat taşıyan ulusal bir coşkunun ortasındayız.
Bu durum, dini ve siyasal uyanışların sona erdiğini, bunların geçmişte kalmış bir dönem olduğunu söyleyenlerle –açıkça söylemek gerekirse- alay etmeye sevk ediyor. Zira tam aksine bu tür uyanışların İslam dünyasının sınırlarının dışına taştığını görüyoruz. Dini uyanışların bittiğini söyleyen dahilere selam olsun.