Suudi Arabistan'ın açıklaması, ABD Başkanı Donald Trump'ın, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile birlikte düzenlediği basın toplantısında açıkladığı Gazze Şeridi'ne ilişkin son ABD tutumunun ardından geldi.
Trump'ın önerileri, 1948'de İsrail Devleti'nin kurulmasından, İbrani devletinin kuruluşu sırasında yaşanan savaşlarda evlerinden zorla çıkarılan Filistinlilerin vatanına dönüşen Gazze Şeridi de dahil olmak üzere Filistin topraklarındaki İsrail askeri işgalinin başladığı 1967 Savaşı’ndan bu yana, ABD'nin bölgeye yönelik duruşundaki en radikal değişimi temsil ediyor.
Suudi Arabistan Krallığı, Filistin meselesindeki kararlı duruşunu takdire şayan bir hızla vurguladı. İsrail ile Arap dünyasının geri kalanı arasında onlarca yıllık “kaçırılmış barış fırsatları dönemi” ile açık bir şekilde yüzleşti.
Suudi Arabistan'ın, basın toplantısında sunulan tüm fikirleri kararlı ve kesin bir dille reddettiği açıklaması, Arap dünyasında büyük bir memnuniyetle karşılandı. Yeniden inşa etme bahanesiyle, Gazze’yi sakinlerinden boşaltma yoluyla etraflarında demografik komploların örüldüğü hem Mısır'a hem de Ürdün'e destek verme ve arka çıkma olarak görüldü. Zira yeniden inşa için Gazze’yi boşaltma önerisi çok geçmeden ilahi yasalara, mevcut tüm yasa ve tüzüklere, Güvenlik Konseyi kararlarına ve İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ne aykırı ve onlarla bağdaşmayan “Akdeniz Rivierası” önerisine dönüştü.
Krallığın açıklamasında dikkat çekici olan nokta, tüm dünya ve günümüzde etkili bir emperyal güç olarak özellikle ABD ile köprüler kurmanın önünü açan zarif bir dil ile kendisini hiçbir şekilde küçük görmeyen veya haklarından taviz vermeyen, şimdi ve gelecekte hakkı desteklemekten geri adım atmayan vurgunun bir araya getirilmiş olmasıdır.
Suudi Arabistan diplomasisinin kararlı ve değişmez sesi gecikmeden veya beklemeden hızla yükseldi. Bu, Krallığın ve vatandaşlarının Arap ve İslam milletlerinin acılarıyla dayanışma ve temas halinde, güvenliklerini etkileyen, kutsallarına dokunan her şeye karşı tamamen uyanık olduğu anlamına geliyor. Veliaht Prens Muhammed bin Selman da Eylül 2024'te Şura Meclisi’nin 9’uncu döneminin birinci yılı açılışında yaptığı konuşmada, açık ve kesin bir dille ve hiçbir yoruma yer bırakmayacak şekilde bu tutumun altını çizmişti.
Krallık, 1948'deki Nekbe'nin başlangıcından bu yana, başkenti Kudüs olan bağımsız bir Filistin devletinin kurulması yönündeki yorulmak bilmez çalışmalarını sürdürüyor.
Bu bağlamda sessiz kalamazdı ve nitekim hızla Gazze halkının yerinden edilmesi veya herhangi bir Filistinlinin kendi toprakları dışına çıkarılması senaryolarını kesin bir şekilde ve kararlılıkla reddetti.
Burada açıklamanın dili, kapsamlı ve tam, yoruma açık olmayan, belirsizliğe kapalı görünüyor. Aynı şekilde temel haklarla ilgili pazarlığın veya karşılıklı alışverişin söz konusu olmadığı, herhangi bir baskı altında veya cazip teklifler karşılığında bu hakların satılmayacağı konusunda da net görünüyor.
Suudi Arabistan'ın bu tutumu, hukuki kaosa, 1648'den bugüne devam eden Vestfalya vizyonlarının bağlamları dışına çıkmaya karşı sakin ve kararlı bir şekilde, Kahire ve Amman'ın gelecekteki tutumlarını destekleyen, güçlendiren temel bir dönüm noktasını temsil ediyor.
Başkan Trump'ın Gazze'de ateşkes anlaşmasını sağlama çabalarının başarılı olmasıyla, Doğu ve Batı'da herkes bir iyimserliğe kapıldı. Yemin töreni konuşmasında, ABD'yi yeniden büyük yapmak istediğini ama bunu savaşlar başlatarak değil, onları söndürmeye yardımcı olarak yapacağını dile getirmesi iyimserliği artırdı.
Ancak evdeki bu hızlı hesap, çarşıdaki hesaba aykırı ve uyumsuzdu. Bu durum, Beyaz Saray'ın efendisinin önerilerini, “tehlikeli bir fikir” olarak adlandırdıkları bağımsız bir Filistin devletinin kurulması fikrini ortadan kaldırmaya yönelik kesin ve nihai bir adım olarak gören İsrail sağı dışında hiç kimsenin görüş ve vizyonlarıyla uyuşmuyor.
Suudi Arabistan'ın açıklaması, özellikle 1967 sınırları içinde ve başkenti Kudüs olan bir Filistin devleti olmadan İsrail ile diplomatik ilişki kurma düşüncesinin de var olmayacağının belirtilmesi açısından derinlemesine ve dikkatli bir şekilde okunması halinde, tamamen adil olduğu görülür.
Olgun Suudi Arabistan diplomasisi, bugün daha fazla barışsever ülkeyi net ve açık tavır almaya teşvik ediyor. Filistin halkının haklarını savunarak, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu kararlarını uygulayarak, topraklarına sıkı sıkı tutunan ve “azap çeken Gazze halkının” acılarını hafifleterek hakikatin sesini yükseltiyor.
Riyad, İsrail'in 2002 Beyrut Zirvesi'nde Krallığın kabul ettiği Arap Barış Girişimi'ni başarısızlığa uğratması ve heba etmesi sonucunda herkesin güvenlik ve barış açısından ödediği bedelleri tüm dünyaya hatırlatma hakkına sahiptir.
Her halükârda adalet olmadan barış gerçekleşemez. Emperyal büyüklenmeye dayanan önerilere gelince, güç eğilimleri aslanın dişleri gibi ne kadar belirgin olursa olsun, bu önerilerin yeri yoktur, çünkü coğrafyanın intikamı kapının ardında pusuda bekler ve tarihin gazabı kuralları çiğneyenleri asla es geçmez.