İmil Emin
Mısırlı yazar
TT

Washington ve Birleşmiş Milletler'in geleceği

ABD'de bir kez daha Birleşmiş Milletler'in (BM) geleceğine ilişkin sesler yükseliyor; Cumhuriyetçiler, yüzyıllardır pek çok ulusun ve halkın hayali olan bu kurumun geleceğine ilişkin ilginç ve potansiyel olarak tehlikeli bir görüşe sahip görünüyor.

Peki bu konuşmayı gerektirecek ne oldu?

Geçtiğimiz cuma günü, yani 21 Şubat'ta, ABD'li Cumhuriyetçi Senatör Mike Lee, kendi internet sitesinde yayınladığı bir makalede, ABD'nin BM ve bağlı kuruluşlarından tamamen çekilmesini, finansmanının durdurulmasını, BM'ye New York'ta resmi bir merkeze sahip olma hakkı veren anlaşmanın iptal edilmesini ve ABD'deki BM çalışanlarının diplomatik dokunulmazlığının sona erdirilmesini öneren bir yasa tasarısını duyurdu.

Bu sadece bireysel bir eğilim mi, yoksa Cumhuriyetçi koridorlarda kolektif bir vizyon mu gelişiyor?

Fox News'e göre bir başka Cumhuriyetçi Temsilci Chip Roy da aynı tasarıyı Temsilciler Meclisi'nde gündeme getirecek. Roy, daha önce yaptığı bir açıklamada, ‘BM'nin Amerikalıların çıkarlarına hizmet etmediğini’ açık bir dille ifade etmişti.

Senato'da Mike Lee tarafından sunulan tasarı, ABD'nin BM barışı koruma misyonlarına katılmasını yasaklıyor ve yürütme organının Senato'nun onayı olmadan BM veya bağlı kuruluşlarına üyeliğin yeniden başlatılmasına ilişkin herhangi bir anlaşmayı imzalamasını engelliyor.

Bu, 2000-2008 yılları arasında Başkan George W. Bush'a eşlik eden yeni muhafazakârların yönelimlerine bir geri dönüş mü? Bu kurum aşırı sağın tezahürünün zirvesi olarak görülüyordu ve tarih onların entelektüel ustalarından biri olan John Bolton'un, bu kurumun çalışmalarını etkilemeden cam binanın on katının yıkılabileceği yönündeki açıklamasını hatırlıyor. Peki bu işe yaramaz olduğu anlamına mı geliyor?

Bunun, bütçe açığını düşürme ve federal hükümet harcamalarını cari yılda yaklaşık iki trilyon dolar azaltma yolunda olan ABD yönetimi için gerçek bir eğilim olduğuna dair korkular var.

Washington'un BM'nin önde gelen finansörü olduğu ve 2022'deki katkısının yaklaşık 18 milyar dolar ile uluslararası örgütün toplam bütçesinin üçte birine denk geldiği biliniyor.

Bu hikâye para ve soyut materyalizmle mi ilgili yoksa ABD içinde ve Amerikalıların kendi aralarında farklı ideolojik perspektiflere sahip ideolojik olarak yönlendirilen siyasi vizyonlarla mı alakalı?

Kuşkusuz, Amerikan demokratik solu ve birçok Avrupalı ses, BM'nin önemini aşırı vurguluyor ve dünyanın güvenlik sorunlarını çözme kabiliyetine çok fazla umut bağlıyor. Bununla birlikte, hem Amerikalı hem de Avrupalı sağcılar, BM'nin barışı koruma ve ulus inşası gibi belirli işlevler için yararlı olsa da, hem meşruiyet hem de etkinlik açısından yapısal olarak sınırlı olduğunu savunuyor.

Genel Sekreter Antonio Guterres'in çabalarına rağmen 1995'ten bu yana BM'de reform çağrılarının gerçekleşmemiş olması da bu eğilimi destekliyor.

Son çağrıların Trump yönetimini temsil edip etmediği belirsiz. Zira söz konusu çağrılar, Trump’ın finansal düşüncesiyle tutarlı olsa bile, bu, ABD'nin daha fazla izolasyonu ve doğuda Atlantik'e, batıda Pasifik'e çekilmesi anlamına gelecek. Bu da Başkan Trump'ın Amerika'yı yeniden büyük yapma düşüncesiyle bağdaşmaz. Zira büyüklük, uzuvları genişletmeyi ve dünyanın geri kalanıyla iş birliği ve ortaklıkları derinleştirmeyi gerektirir.

Cumhuriyetçilerin BM'den çekilme çağrıları, ki bu yakın vadede BM kurumunun sonu anlamına gelebilir, Çin gibi diğer kutup güçlerinin, bir gün Washington karşısında demografik ve coğrafi dengeleyici bloklar, hatta süper güçler haline gelebilecek ulusları ve halkları bölen değil bir araya getiren Kuşak ve Yol Girişimi gibi projeler yoluyla genişlemesiyle tutarsızdır.

Belki de Cumhuriyetçiler, BM'nin ortadan kalkmadığı, ancak meşru ve etkili uluslararası eylemi kucaklayan çeşitli kuruluşlardan biri haline geldiği, insanlığın çağdaş gerçeklerine uyarlanmış daha fazla yeni BM kurumu oluşturmayı düşünmelidir.