1980'lerde İsrail'de üst düzey bir siyasetçinin (belki Başbakan ya da Savunma Bakanı) İsrail'in güvenlik sınırlarının Mekke ile Pakistan arasında uzandığını söylediğini hatırlıyorum. Mekke'den bahsedilmesi İslam'ın tehlikeli olduğu anlamına geliyordu. Pakistan'dan bahsedilmesinin nedeniyse İslam değil, o dönemde Libya ve İran dosyalarına da katkıda bulunduğu bilinen Abdulkadir Han'ın bilgisi ve uzmanlığıyla üretildiği söylenen nükleer silahlarıydı.
Gerçek şu ki, Mısır ve Ürdün ile yapılan barış anlaşmasından sonra İsrail'in stratejik kaygıları, İkinci İntifada ve sonrasında Gazze Şeridi'nde halen devam eden uzun savaşlara kadar Filistinlilerle sınırlıydı. Ancak yavaş yavaş İran'ın nükleer meselesine ek olarak, en önemlisi Hizbullah olan İran vekil güçleri hikayesi ortaya çıktı. Daha sonra buna Suriye'de İran yanlısı gruplar, ardından İran yanlısı Iraklı milisler (Haşdi Şabi) ve son olarak da bugünlerde Husilerle çatışmaların yoğunlaştığı Yemen eklendi.
İsrail'in Hamas ile olan hikayesi ve Hamas'ın bir tehdit olup olmadığı konusu karmaşık. İsrail, Oslo Anlaşmaları’nı (1993) imzalayan Ebu Mazen'i (Mahmud Abbas) baş düşman olarak görüyordu.
7 Ekim 2023'teki saldırıyla birlikte şiddetli bir savaş patlak verdi ve bununla birlikte üç ya da dört düzeyde İsrail'in güvenliği ile ilgili takıntılar ortaya çıktı. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, yedi cephede savaştığını ve bunların çoğunun İran’ın vekil güçlerine yönelik olduğunu söyledi. Bu cephelerin çoğu İsrail sınırlarında ya da yakınlarında olduğu için, operasyonlar bu cepheleri militanlardan boşaltmayı, yeniden silahlanmalarını önlemeyi ve onlara ev sahipliği yapan ülkelerin güvenliğini tehlikeye atarak onlara ev sahipliği yapmaktan vazgeçmelerini sağlamayı amaçlıyor. Ancak İsrail sağı bununla yetinmeyip komşu ülkelerin kaderlerini ve nasıl parçalanabileceklerini düşünmeye başladı. Bunu, söz konusu ülkelerin terörizmi beslediği bahanesiyle onlara doğrudan saldırılar düzenleyerek ve azınlıklar aracılığıyla bu ülkelerin birliğini parçalamaya çalışarak gerçekleştiriyor. Bu ikinci yolu, azınlıkları ya bağımsızlığa ya da ülkelerin merkezi yönetimleriyle silahlı çatışmaya sürüklemek veya onları şurada burada isyan etmeye ikna etmekle yapıyor. İsraillilerin 1950'lerde bu oyunu Lübnan'la ve başka bir şekilde Mısır'la oynamak istediklerini biliyoruz.
ABD Başkanı Donald Trump yönetimi, barış anlaşmalarının çok taraflı ve savaştan daha etkili olduğunu hatırlatmakta ısrar ederken, artık kimse komplo temalı hikayelerle gerçek planları birbirinden ayırt edemiyor. Ancak Gazze Şeridi, Batı Şeria ve Lübnan'a yönelik savaşın ardından, ülkeler ne kadar zayıf ve bağımlı olursa olsun, normalleşmenin daha zor hale geldiğini herkes biliyor. Yerinden edilme hikayesinin kaynağının ne olduğu ve aklı başında bir insanın bunu nasıl isteyebileceği bilinmemekte. Trump bunu Gazze Şeridi için söyledi; Netanyahu da bunu onaylamakta ve planı Batı Şeria'ya ve hatta Yeşil Hattın ötesindeki Filistinlilere genişletmekte gecikmedi. Bunlar yedi ya da sekiz milyon insan; nereye gidebilirler ve onları kim taşıyabilir (?). Eğer yarım milyon kişi Gazze Şeridi'nden çıkarılacak olursa, geri kalanlar ne yapacak? İsrail için daha az sorun teşkil edecekler mi? Bu senaryolar hayal gücünün ötesinde, ancak iki şeyi yansıtıyor: ABD'nin desteğiyle oluşan ezici üstünlük duygusu ve İsrail'in içinde ve çevresinde Arap ya da Müslüman kalmayana kadar yaşadığı güvensizlik! Ancak şu anda yarı gizli müzakerelerde yaşananlar, Trump'ın yerinden edilme fikrinin bir şantaj, İsrail için ise bir inanç olduğunu hissettiriyor. Trump, Arap ve İslam dünyası tarafından desteklenen Mısır anlaşması lehine geri adım atıyor gibi görünüyor. Gazze Şeridi'ne yönelik saldırıların yeniden başlaması, İsraillilerin inandığının aksine, Mısır çözümünü destekleyebilir.
Son zamanlarda Türkiye'nin gücünden, Suriye'deki konumundan ve Tedmur'un eteklerinde bir Türk üssü kurmak için Ahmed eş-Şera ile yapılan görüşmelerden başka bir şey konuşulmuyor. İsrailli sertlik yanlıları İsrail ile Türkiye arasında (Suriye yüzünden) bir savaşın kaçınılmaz olduğunu söylüyor! Bu, yeni İsrail dünyasının tüm bölgede topyekûn savaş dünyası olduğu anlamına geliyor. Şimdiye kadar Türkiye'ye karşı çıkan seslerin sınırlı olduğu doğru. Ancak İsrail'in kesin kanaati, İran'ın nükleer programına karşı çok geç olmadan savaşa girilmesi gerektiği. Trump'ın İran rejimi üzerindeki kuşatmayı sıkılaştırırken Hamaney'e mektup yazarak elbette onun şartlarıyla müzakere etmeyi teklif etmesi İsraillileri şaşırttı. Bu İsrail'in reddettiği ve doğrudan saldırmak istediği bir şey.
Gazze Şeridi'ne yönelik kalıcı savaş. Yeni Suriye'ye karşı savaş. Lübnan'da Hizbullah'a karşı savaş. Husilere karşı savaş. İran ve Türkiye'ye karşı potansiyel savaş. Bu topyekûn bir savaş… Peki kazanılabilir mi? Netanyahu'ya göre Ortadoğu'nun çehresini değiştirmek isteyen İsrail ne zaman güvende olacak?