Bölünme yeni bir şey değil. İran'da “kimlik ve siyaset” ikiliği konusundaki bölünme yapısaldır. Bu, toplumsal ve kültürel biçimleri ve önermeleriyle ikilikten, yatay ve dikey, çoğunluklar ve azınlıklar, merkez ve çevre, reformist ve muhafazakâr, muhafazakâr ve neo-muhafazakâr... düzenli ordu ve Devrim Muhafızları, polis ve Besic güçleri, dini doktrin ve ulusal aidiyet gibi çok yönlü bir yapıya dönüşen karmaşık bir bölünmedir. Tüm bunlar, içeride ve dışarıdaki rol ve nüfuz ile ilgili genel politikalarına yansımaktadır. Bu ise devlet ve rejim ile üçüncüsü, yani şu anda devrim, keza dış rol ve nüfuz ile üçüncüsü, yani şu anda izolasyon arasında bir iç bölünme anlamına gelmektedir.
İran'ın siyasi istikrarına ve kritik dönemlerde toprak bütünlüğüne yönelik önemli tehditlerine rağmen, iç ve dış olumsuzluklarıyla bölünmeler, iktidardaki ideolojik azınlık ile muhalif halk çoğunluğu arasındaki iktidar mücadelesinde iç siyasi “canlanma” kaynağı olmuştur. İç bölünmeler, İran'ın dış rolüne veya nüfuzuna söylem dışında, yani yumuşak diplomasi ile çıkarları söz konusu olduğunda devlet ve rejim arasında ayrım gözetmeyen sert diplomasi dışında yansımamıştır. Son Şarm el-Şeyh konferansı ve Tahran'ın yokluğu da buna örnektir.
İsrail'in 13 Haziran'da İran’a yönelik saldırısı ile birkaç gün önceki Şarm el-Şeyh zirvesi arasında, İran'da öncekilerden farklı bir bölünme belirginleşmektedir. İran iç siyaseti, tüm bileşenleri ve nüanslarıyla, dış müzakerelerdeki başarısızlığının ardından hem savunma ve diplomatik hem de ulusal egemenliği savunma politikalarının siyasi ve stratejik olarak gözden geçirilmesi gerektiğini kabul etmektedir.
Hedeflerinin önemli bir bölümünü gerçekleştiren İsrail saldırganlığı, savunma ve saldırı düzeyi ile İran egemenliğinin korunamamasına yönelik iç eleştiriler, eski İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani'nin stratejik politikalarla ilgili sert sözleri ve ardından ılımlı ve reformist liderlerden gelen çeşitli düzeylerdeki aleni eleştiriler, karar vericileri, ılımlı muhafazakâr Ali Laricani'ye itibarını iade etmeye ve onu Ulusal Güvenlik Konseyi Sekreteri olarak atamaya yöneltti. Bu, saldırganlığın etkilerini gidermek ve siyasi toparlanmayı göstermek için atılan bir adımdı, fakat Laricani'nin atanmasının sembolik niteliğine rağmen, Şarm el-Şeyh zirvesine yönelik tutumda ortaya çıkan iç kaygı ve sert bölünmeleri kontrol altına almak için yeterli değildi.
Şarm el-Şeyh konusunda, İran Cumhurbaşkanı katılmayacağını söyleyerek özür diledi. Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi ise katılmamasını, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun saldırgan niyetlerine ve ABD Başkanı Donald Trump'ın dayattığı baskı ve engellere bağlayan gerekçeler sundu.
Bu durum, Arakçi'nin ve katılmamayı destekleyen tüm iç tarafların ve elitlerin tutumunun, bazılarının ufukta İran'a karşı bir savaşın yaklaşmakta olduğuna neredeyse kesin olarak inanması sonucu, iç siyasi ve stratejik istikrar konusunda yoğun bir endişe döneminden geçtiği kanaatini pekiştirmektedir.
Öte yandan, ılımlıları ve reformistleri destekleyen elitler, Tahran'ın Şarm el-Şeyh zirvesine katılmamasından duydukları memnuniyetsizliği dile getirdiler ve eleştirdiler. Bu yokluğun yeni jeopolitik haritalarda hiçbir şekilde var olmamanın habercisi olduğunu varsaydılar. Bu iki şeye işaret etmektedir; birincisi, ABD'nin askeri dengesi, dünyadaki ve bölgedeki rolünün ve etkisinin sınırlarını belirlemektedir. İkincisi, İran diplomasisi tutumunu sunma fırsatını kaybetmiştir ve argümanları zayıftır. Şarm el-Şeyh'e katılmayı reddetmekte, ancak tüm katılımcılarla diyalog ve müzakere talep etmektedir. İran diplomasisinin yokluğu, yeni endişelere kapı açan askeri geçit törenleriyle telafi edilemez.
Başa dönecek olursak, buradaki bölünme ve kaygı normal değildir. Bunlar canlılığın bir tezahürü olmaktan ziyade, artık kontrol altına alınamayan içsel bir karmaşa, huzursuzluk durumunu temsil etmektedir. “Dışarısı ile ilgili bölünme” ve “içeriden duyulan kaygı” artık sadece karar vericilerin endişesi değildir.