Mişari Zeydi
Suudi Arabistanlı gazeteci- yazar
TT

Ali Şemhani bombaları

İran eski Ulusal Güvenlik Yüksek Konseyi Genel Sekreteri Ali Şemhani, birkaç gün önce İran’da yayımlanan ‘Savaş Hikâyesi’ adlı programda kendisiyle yapılan röportajda şu ifadeyi kullandı: “İran, 1990’lı yıllarda benim görev dönemimde nükleer bomba geliştirmemekle hata yaptı.”

İran’ın eski savunma bakanı olan Şemhani, reformist Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi döneminde bu görevi yürütmüştü. Konuşmasında şöyle dedi: “O zamanlar bunu düşünüyordum ve bugün görüyoruz ki İran’ın böyle bir güce sahip olması gerekirdi.”

Aynı döneme geri dönmesi hâlinde nükleer bomba geliştirmeye devam edip etmeyeceği sorulduğunda ise açıkça şu yanıtı verdi: “Evet, kesinlikle bu doğrultuda hareket ederdim.”

Elbette bu tecrübeli bakan ve İran rejiminin önde gelen isimlerinden olan Şemhani, konuşmasında İran’ın silahlanmaya bakışını, güç sistemini, askerî kabiliyetlerinin geleceğini ve Rusya ile olan belirsiz ilişkilerini de ele aldı.

Ancak Arapların deyimiyle konunun özü, onun açık ve net biçimde nükleer meselenin askeri boyutunu dile getirmiş olmasıdır. Bu denli açık konuşma, üst düzey bir İranlı yetkili için oldukça nadir bir durumdur.

İran tarafı uzun süredir, İran Dini Lideri’nin nükleer bombayı haram kılan fetvası bulunduğu gerekçesiyle, nükleer silah geliştirme niyetinde olmadığını ileri sürüyor. İran’ın iddiasına göre hedef, sadece barışçıl bir nükleer program yürütmek. Batı’nın -özellikle de ABD’nin- yaklaşımı ise İran’ın askeri nükleer kapasiteye ulaşmasının bölgesel güvenlik açısından en büyük tehlike olduğu yönünde. Bundan sonra gelen riskler arasında, İran’ın bölgesel nüfuzu, balistik füze programı ve elbette insansız hava araçları (İHA) gelmekte.

Ancak gerçek şu ki, İran nükleer silaha sahip olmasa da zaten bir sorundur; eğer sahip olursa bu sorun katlanarak büyür. Çünkü İran’ın Körfez ülkeleri ve diğer Arap devletleri için oluşturduğu asıl tehlike, rejimin ideolojik karakterinde yatmakta. İran'ın asıl tehdidi komşu ülkelerin egemenliğini ihlâl eden, devrimci-komplocu bir anlayışla hareket eden Hizbullah (Lübnan), Asaib Ehli’l Hak (Irak) ve Ensarullah (Yemen/Husiler) gibi örgütlerle devletleri içeriden delmeye tutkun bir rejim anlayışına sahip olması.

Dolayısıyla, mesele şu şekilde özetlenebilir: Nükleer silaha sahip olmayan İran bile büyük bir tehdittir; asıl nükleer gücü, ideolojik ve politik yapısının kendisidir.

Eğer İran’ın stratejik düşünce yapısı değişir -yani başka ülkelerde devlet otoritesini delip geçmeyi meşru, hatta kendisi için zorunlu gören bu anlayış terk edilirse- o zaman doğal olarak İran’ın nükleer programı, balistik füze kapasitesi ve İHA tehdidi de ortadan kalkar.

İşte meselenin özünde yatan gerçek budur.