Hamas'ın yönetimden uzaklaştırılması, ideolojisinin sonu veya üyelerinin ve sempatizanlarının tasfiyesi anlamına gelmiyor; aksine örgütün 7 Ekim 2023 operasyonundan önce Gazze Şeridi'ndeki varlığının şeklinin sona ermesi anlamına geliyor. Aynı zamanda, Hamas'a siyasi meşruiyet kazandırmış, örgütsel ve askeri yeteneklerini güçlendirmiş olsa da en azından öngörülebilir gelecekte, silahlı direniş projesinin de sona erdirilmesi anlamına geliyor.
Gerçek şu ki Hamas, Gazze Şeridi'nin yönetiminden uzaklaştırılmasını kabul etti ve örgütünün dağıtılması, silahlarının teslim edilmesi ve belki de bazı liderlerinin Gazze'den ayrılması için müzakereler yürütüyor. Bu, direniş gruplarının ve örgütlerinin iktidardan uzaklaştırılmak için değil, onu teslim almak için işgalcilerle doğrudan veya aracılar yoluyla müzakereler yürüttüğü, çeşitli ulusal kurtuluş hareketleri deneyimleri arasında eşi benzeri görülmemiş tuhaf bir durum.
Nitekim 1964 yılında kurulan ve İsrail ile ABD tarafından terör örgütü olarak kabul edilen Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ), halk ve siyasi direnişin gerekliliğine ikna olana kadar İsrail işgaline karşı silahlı mücadelesini sürdürdü. 1987'deki Birinci İntifada'yı (Taş İntifadası’nı) destekledi, ardından barış müzakerelerine başladı ve bu müzakereler 1993'te Oslo Anlaşması'nın imzalanmasıyla sonuçlandı. Bu anlaşma, Filistinlilere sınırlı bir özyönetim sundu, ancak anlaşmada öngörüldüğü gibi beş yıl içinde bir devlet kurulamadı. Bunun nedeni de aşırı sağcı İsrail kanadının iki devletli çözümü reddetmesi, Batı Şeria'da yerleşimci bir politika benimsemesi ve Gazze'ye abluka uygulamasıydı.
Siyasi, askeri ve halkı seferber etme yoluyla mücadele eden de müzakereleri yürüten ve Batı Şeria ile Gazze'yi yönetmek üzere anavatana geri dönen de FKÖ’ydü. Oslo Anlaşması'nın imzalanmasının arifesinde Şimon Peres ve Bill Clinton ile poz veren kişi de onun lideriydi. FKÖ’nün kadroları yönetimi üstlendi ve Batı Şeria ile Gazze'yi yöneten yeni Filistin Ulusal Otoritesi’ne dönüştü. Bugün Hamas örneğinde ise bunun tam aksini görüyoruz.
Cezayir Ulusal Kurtuluş Cephesi'ne (FLN) gelince, liderleri silahlı ve siyasi direnişin ardından Fransız işgalcilerle doğrudan müzakereler yürüttüler. Her zaman arabulucular vardı ve Cezayir devriminin Fransızlar da dahil olmak üzere her yerde destekçileri vardı. Sonuç olarak FLN, Cezayir'de yönetimi üstlendi ve 1963'te bağımsızlığı deklare etti. Aynı durum, lideri Nelson Mandela'nın silahlı ve siyasi mücadeleye öncülük ettiği Afrika Ulusal Kongresi (ANC) için de geçerli. Mandela 27 yıl hapis yattıktan sonra cezaevinden ulusal ve insani bir simge olarak çıktı ve Güney Afrika'yı bağımsızlığa kavuşturarak ülkenin ilk seçilmiş cumhurbaşkanı oldu. Güney Afrika'nın Apartheid'e karşı mücadelesine öncülük eden ANC, iktidar partisi oldu.
Toplumsal ve dinsel açıdan oldukça muhafazakâr kabul edilen ve kendisini ulusal kurtuluş hareketi olarak tanımlayan Taliban bile, Amerikan işgaline ve kurduğu rejime karşı 20 yıl boyunca silahlı mücadele verdi. Bu mücadele, Amerikan işgalinin geri çekilmesi ve kurduğu kırılgan rejimin çökmesinin ardından, Taliban'ın 2021'de iktidara geri dönmesiyle sonuçlandı. Gerçek şu ki, tüm bu deneyimlerde -FKÖ deneyimi de dahil olmak üzere- kurtuluş için savaşan örgütler ve güçler, daha sonra müzakere edip yönetenler oldu. Bu durum, düşmanıyla doğrudan müzakere etmeyen, dahası iktidarını pekiştirmek yerine, onu yönetim ve idareden uzaklaştırmayı, aynı zamanda silahlarını teslim etmeye ve liderlerini yalnızca hükümetten değil, aynı zamanda topraklarından da uzaklaşmaya zorlamayı amaçlayan müzakerelere katılan Hamas örneğiyle keskin bir tezat oluşturuyor. Bu, tüm ulusal kurtuluş hareketlerinde eşi benzeri görülmemiş istisnai bir durum.
Hamas'ın şu anda bedelini ödediği sorun, yalnızca Aksa Tufanı operasyonu ile ilgili bir mutabakat veya anlaşmazlık ya da bu konuda ulusal bir uzlaşının olmaması değil. Uluslararası bağlantıları olan, Filistin halkını ve davasını küresel olarak destekleyen çevrelerle iletişim kurabilen ve onları etkileyebilen, Filistin haklarını savunan medeni, hukuki ve insani ilkelere bağlı kalan bir siyasi örgüte sahip olmanın hayati önemini göz ardı etmesinde yatıyor.
Mevcut müzakere süreci, ulusal kurtuluş hareketleri tarihinde istisnai bir durumdur. Zira tarih boyunca direniş örgütleri iktidardan uzaklaştırılmak için değil, iktidarı ele geçirmek için müzakere etmişlerdir. Hamas'ın mevcut durumu, yaklaşımını yeniden gözden geçirmesini ve ihmal ettiği birçok hususun bedelini ödediğini kabul etmesini gerektiriyor. Fetih ve Hamas'ın derinleştirmek için yarıştığı Filistin bölünmesinin bedeli Filistin halkı tarafından ödeniyor. Hamas'ın 7 Ekim'de çok sayıda sivili hedef alan operasyonu da ona karşı düşmanca tavrı yoğunlaştırdı. Sesinin İran ve Hizbullah füzelerinden daha etkili olduğu ortaya çıktıktan sonra, Filistin halkını destekleyen sivil ve halk kurumlarıyla etkileşim kurmasını sağlayacak gerekli gözden geçirmelerde bulunma konusundaki isteksizlik, hesap verme ve müzakere zamanı geldiğinde Hamas'ın ağır bir bedel ödemesine yol açtı. Filistin halkını seven ve davasının adil olduğuna inananlar ile ondan nefret edenler, Hamas'ı uzaklaştırma arzusunda birleşiyor.
Hamas'ın bu şekilde uzaklaştırılması örneğini diğer çeşitli silahlı direniş örgütleri yaşamadı. İşgal olduğu sürece direnişin meşru bir hak olduğu şeklindeki doğru ilke, icraatta veya kendisini çevreleyen bağlamı anlama konusunda herhangi bir hatanın, direnişin ve halkın böylesine ağır bir bedel ödemesine yol açması gerektiği anlamına gelmez.