Arap Baharı olarak bilinen olayların yaşandığı her ülkede, yollar başlangıçtaki hayallerden çok uzak sonuçlara götürdü. Suriye'den Yemen ve Libya’ya kadar çoğu durumda işler savaş ve parçalanma kabusuyla sonuçlandı. Bu kervana son katılan ama bu acımasız kaderden kaçamayan Sudan’da da savaşın alevleri, vaat edilen değişim mutluluğunun yerini aldı.
Yarın, Sudan'daki Aralık Devrimi’nin yedinci yıldönümü ve insanlar bu tarihi hatırlayacaklar, ancak aynı romantizmle değil. Aksine, gerçekliği farklı bir bakış açısıyla gören yorgun gözlerle anacaklar. Günlük kaygılar siyasi kaygıların, korku umudun ve hayatta kalma sloganların yerini aldı.
Aralık Devrimi, halkı, daha doğrusu çoğunluğunu, neyi istemediği konusunda birleştirmeyi başardı; ancak pratikte istediklerinde, yani devletin biçimi, kimliği, yönetim şekli ve Sudan'ın nasıl yönetilmesi gerektiği konusunda birleştirmeyi başaramadı. Bu uzlaşının yokluğunda, kapılar her türlü çatışmaya açıldı.
Sudan'ın, sorunsuz geçişi sağlayacak bir ortamda kendi yolunu denemesine izin verilmedi. Birçokları fedakarlıklarının bir parçası olmadan devrimden faydalandı. Bu arada, siyasi anlaşmazlıklar, dışlayıcı dil, iktidar mücadelesi ve makam yarışı, anın ivmesini dağıtarak patlama ve savaş için uygun bir ortam yarattı. Bu kırılgan atmosferde, bölgesel iktidar mücadeleleri, siyasi para ve güvenlik çıkarları, Sudan'ı vekalet savaşları arenasına dönüştürmede rol oynadı.
Siyasi ve sivil elitler, Aralık Devrimi sürecini zayıflatmada gerçek bir sorumluluk taşıyorlar. Büyük bir bölümü, asgari düzeyde de olsa ulusal bir uzlaşma sağlamaya çalışmak yerine, dar ideolojik ve partizan çatışmalarla meşgul oldu. Karmaşık geçiş aşamasında doğal bir olay olarak görülen anlaşmazlıklar yönetilmek yerine, dışlayıcı dil ve ihanet suçlamaları hakim oldu. Çatışmalarla meşgul oldukları sırada bu elitler, devrimci adalet talepleri ile istikrarın gereklilikleri arasında denge kuran kapsamlı bir ulusal proje üretmeyi başaramadılar.
En tehlikelisi ise bazı elitlerin, kasıtlı olarak veya siyasi naiflik nedeniyle, askeri güç merkezleri ve özellikle de Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) ile kısa görüşlü ittifaklar kurmaları, orduyu kısıtlamak ve güç dengesini kendi lehlerine yeniden şekillendirmek için onları bir araç olarak kullanabileceklerine inanmalarıdır. Ancak gerçekte, HDK Komutanının iktidar hırslarını körüklediler ve ordunun alternatifi olabileceğini düşünmesine katkıda bulundular. Böylece, çözümün önemli bir parçası olmak yerine, bu elitler çoğu zaman krizin ayrılmaz bir parçası haline geldiler.
Acı ironi şu ki, bu taraflar deneyimlerini gözden geçirmek yerine aynı söylemi sürdürdüler. Dışlayıcı söyleme, siyasi çekişmelere, silahlı grupların rolleri üzerine bahis oynayıp kaybetmeye, bölgesel ve uluslararası çatışmalara karışmaya devam ettiler. Hem de bölgesel aktörlerin kendi ajandalarına ve çıkarlarına hizmet etmesi için HDK'ye silah sağlayarak, savaşı tehlikeli bir şekilde körüklediği ve uzattığı açıkça ortaya çıkmasına rağmen.
Savaş koşullarıyla birlikte yeni bir gerçeklik şekillendi, farklı denklemler dayatıldı, koşullar, endişeler ve öncelikler değişti. Devrimci güçlerin kendileri de parçalandı; bazıları orduyla, diğerleri ise HDK ile ittifak kurdu. Devrimci gençlerin çoğu dağıldı, yerinden edildi veya kendine sığınak bulma arayışına girdi ya da savaşın gölgesinde geçimini sağlamak ve hayatın zorluklarına karşı ayakta kalmakla meşgul oldu.
Statükoyu yeniden tesis etmeye bahis oynayanlar yanılıyor. Zaman geri çevrilemez ve devrimin sloganları, ki bunların çoğu gerçekleşmemiş durumda, aynı siyasi sahneyi yeniden üretmeye veya aynı yüzleri aynı denklemler ve meşruiyetle iktidar koltuğuna yeniden taşımaya yetmeyecektir. Aralık Devrimi artık süren bir süreç değil; güçleri dağıldı ve yapısının, etkisinin önemli bir kısmını kaybetti. Toplumun kendisi savaşın, yerinden edilmenin ve dayatılan sert koşulların ağırlığı altında değişti ve bugün olaylara 2018'dekiyle aynı bakış açısıyla bakmayacaktır.
Savaş anı, kahramanca söylemlerin anı değil, herkes için ciddi bir sınav anıdır. Bugün ihtiyaç duyulan şey, sloganlar diline geri dönmek değil, yeni bir gerçekliğe uyum sağlamak ve daha gerçekçi, daha az romantize edilmiş bir proje düşünmektir. Bu şok edici görünebilir, ancak gereklidir. Bugün yapılması gereken, “devrimci proje”den mümkün olanın üzerine inşa edilen ve farklı tarihsel aşamada olduğumuzu kabul eden bir “kurtarma projesi”ne geçiştir. Anavatanı diğer tüm hususların üstünde tutan, devlet kavramına öncelik veren ve meşru bir güç tekeli, kaosa sürüklenmeyi önleyen yerleşik ve işleyen kurumlar olmadığı sürece bir demokrasinin olamayacağını kabul eden bir projeye ihtiyaç vardır.
Sudan'ı kimin yöneteceğini değil, nasıl yönetileceğini belirlemek için kimseyi dışarıda bırakmayan kapsayıcı ulusal diyalog yoluyla şekillendirilen kapsamlı bir projeye acil ihtiyaç vardır. Kimin yöneteceğine dair karar, sandık yoluyla halka bırakılmalıdır. Eski formüller başarısız oldu ve Sudan halkı, çalkantılı geçiş dönemleri, kısa ömürlü demokratik dönemler ve tekrarlanan darbeler döngüsünden bıkmıştır. Halk her zamankinden daha çok güvenlik ve istikrarın, savaşın sıkıntılarından, siyasetteki dışlama mücadelelerinden, iktidar koltuklarına yönelik çekişmelerden ve elitlerin tekrar eden başarısızlıklarından arınmış güvenli bir vatanın hayalini kurmaktadır.