Sevsen Ebtah
Gazeteci ve yazar. Lübnan Üniversitesi'nde Arap Dili ve Edebiyatı Bölümü Profesörü
TT

Edward ve onur mücadelesi

Bu yıl; sömürgeci ülkeler tarafından ezilen, kötü gösterilen ve karalanan, Hindistan’dan Latin Amerika’ya zenginlikleri sömürülen halkların ve Arapların onurunu savunan en önemli ve ünlü kitabın yayınlanmasının 40. yıldönümünü kutlamamız gerekiyordu. Hiçbir yazarın kitabı “Oryantalizm” kitabının ününü elde edememiş, bu kadar çok dile çevrilmemiş, tartışma yaratmamış, Batı’daki sömürgeci ülkeleri ve oryantalist kurumlarını bu kadar etkilememiştir.

Kitapları ve görüşleri nedeniyle hayatta iken kendisini, ailesini tehdit edenler ve onu susturmak isteyen aynı taraflar, bugün de onu ve eserlerini karalamak ve unutturmak istiyorlar. Oysa Edward ne doğulu ne de batılı olmadığını, ABD’de gördüğü eğitimin ışığında karşılaştırmalı edebiyat alanında bilimsel araştırmalar yapan uzman bir akademisyen olduğunu açıkça belirtmişti. Aynı şekilde Edward Said; kendisini bu ünlü kitabını yazmaya iten temel nedenin, Batı edebiyatında Araplar hakkında okuduklarının ve Victorya tarzı tablolarda gördüklerinin Filistin, Mısır, Lübnan ve Suriye’de öğrendiği hayat ile hiçbir ilgisi olmadığını keşfetmesi olduğunu da itiraf ediyor. Batı’ya vermek istediği tek mesaj şuydu: Bizleri iyi tanıyın. Bizlere haksızlık eden ve sizleri insafsız ve adaletsiz gösteren hayallerinizin ışığında bizi tanımlamaktan vazgeçin.

Bu alanda daha da derinleşmek için yetmişli yılların başlarında Beyrut’a gelerek her gün saygıdeğer Enis Feriha ‘dan Arapça dersleri almaya başladı. Bu konudaki Arapça temel kaynakları okuduğunda ise bahsettiği yanlış anlaşılmanın gerçekten de düşündüğü kadar derin olduğundan emin oldu.

Edward Said aslında edebiyat profesörüdür. Ama yine de Oryantalizm kitabı temelsiz ve asılsız politik teorilerden oluşmamıştır. Bilakis otopsi altında asıl yüzü görülen ve gizledikleri ortaya çıkan Batılı edebiyat metinlerinin bir okumasıdır. Bu eşsiz akademisyenin tek yaptığı, şahsiyetlerinin dilinde ve metinlerinin derinliklerinde gizli olan ve sömürgecilerin açıklamak istemediği düşünceleri yakalamaktır. Dokuz yıl sonra yayınlanan “Kültür ve Emperyalizm” kitabı ise sadece birinci kitabını tamamlama çabasıdır. Bu kitapta Edward, dünya nüfusunun yüzde 80’nin neden bu sömürü düzenini kabul ettiğini ve niçin kendisine gerektiği gibi karşı koymadığını anlamıştır. Dört dörtlük kurumlar inşa eden, edebiyat, düşünce ve sanatsal eserlerin yörüngesinde teoriler ortaya koyan ve bunları halkları dize getirmek ve zenginliklerini istismar etmek için kullanan devletlere karşı bu toplu boyun eğişin saiklerini idrak etmiştir.

Edward Said’in eserlerini şu iki temel özelliğin ışığında okumalıyız: Asilik ve özgürlüğe düşkünlük. Filistin’den ayrıldıktan sonra Mısır’da yaşayan Edward Said 16 yaşında okumakta olduğu İskenderiye Fakültesi’nden “asi” olduğu için kovulmuş. Bunun üzerine babası onu 1951 yılında ABD’de yatılı bir okula göndermiş. Burada ailesinden uzakta kendini çok yalnız hissetmiş ve hiç kimsenin Filistin ve halkının karşı karşıya kaldığı zulmü bilmemesi onu çok üzmüş. Okuldaki bir faaliyet sırasında kendisinden Arap rolünü çıplak ayak ve teslim olmuş gibi ellerini yukarı kaldırmış biri gibi oynamasının istenmesi çok ağırına gitmiş. 1967 Arap-İsrail savaşından sonra bu öfkesi daha da artmış çünkü bu savaşın ardından, ABD’de Arap imajı yenilgi, zayıflık ve boyun eğme olarak görülmeye başlanmış. Ancak Arapların hayatlarında ilk kez zaferi tattıkları Ekim 1973 Savaşı’ndan sonra rahat bir nefes alabilmiş.

Deha sahibi kişilerin bile yaratıcı olmak için bir ilham kaynağına ihtiyacı olduğunu kanıtlamak istiyorsak bu savaşın kendisini “Oryantalizm” kitabını yazmaya iten nedenlerden biri olduğunu söyleyebiliriz. Kitabında, önyargıların sadece Batılı imgelemi beslemekle kalmayıp diğer toplumları karalamaya ve birçok bilimsel çalışmanın bilimsellik ve objektiflikten sapmasına neden olduğunun kanıtlarını sunmuştur.

Kitabı, her ne kadar önde gelen bir çok oryantalistin saldırısına uğrasa da kendisinden önce yazılan eserlerde yer alan yanlışları tekrarlamaktan korkan bu nedenle daha dikkatli ve dakik olan yeni nesil oryantalistlerin doğumuna da neden olmuştur.

Asi Edward Said hayatı boyunca, herhangi bir örgütün ya da kurumun içerisinde yer almayı reddetmiştir. Düşüncelerini ve kitaplarını tutsak alacak hiçbir makamı ve görevi kabul etmemiştir. Entelektüel’e Bakış kitabında, yazarları kendilerini yoldan çıkarabilecek her şeyden kurtulmaya ve sadece vicdanlarının sesini dinlemeye davet etmiştir. Çünkü ona göre, yazarlar yazarak insanların görüşlerini ve zihinlerini biçimlendirme sorumluluğunu üstlenirler. Hayatı boyunca entelektüellerin tüm itibar ve değerlerden uzakta oynamaları gereken rolleri olduğuna inandı. Her zaman değerli hiçbir şeye sahip olmamakla övündü. Ne araba ve ev ne de o çok sevdiği sanat eserlerine sahipti. Bunun yerine tam bir film ve kitap koleksiyoncusuydu.

Asi ve özgürlüğüne düşkün biri olarak kaldı. Özellikle de Oslo anlaşmasını imzalamasının ardından Yasir Arafat’ı en çok eleştirenlerden biri oldu. Çünkü bu anlaşmayı imzalamakla Arafat’ın , “egemenlik” kelimesinin yer almadığı bir metni kabul ettiğine ve büyük bir milli kurtuluş örgütünü küçük bir belediye hükümetine dönüştürdüğüne inanıyordu. Her zaman bölgede birlikte yaşayan dinler ve kültürler arasında ayrım yapılmamasına öncelik verilmesi gerektiğini anlatıyordu. Bu nedenle iki devletli çözümün başarılı olamayacağına inanıyordu. Çünkü devletlerden birisinin güçlü olması halinde diğerini egemenliği altına almak isteyeceğini ve bu şekilde anlaşmazlığın hiçbir zaman sona ermeyeceğini düşünüyordu.

Edward; laik ve hümanist bir milliyetçidir. Kendini tarihin seyrini anlamaya ve medeniyetlerin derinliğini idrak etmeye adamıştır. İleri görüşlülüğü ile sadece içinde var olduğu koşulları gören ve fırsatları değerlendirmeyi bilen politikacılardan tamamen ayrılmıştır. Bu nedenle, her zaman vatandaşlarının; refah bir hayat yaşadığı ve eşit haklara sahip olduğu tek bir devletin hayalini kurmuştur.

Vefatından üç yıl önce 2000 yılında Lübnan’ı ziyaret ettiğinde, yorgun ve hasta bir adamdı. 7 yıldır mücadele ettiği ama bir türlü yenemediği lösemi (kan kanseri) onun hareketlerini kısıtlıyordu. Bu ziyareti; en çok sevdiği şeyi yapmak yani dostları ile buluşmak için değerlendirmek istedi. Sınır kontrol noktasında İsrailli asker nöbet tutarken Filistin tarafına taş atan Edward Said’in o ünlü fotoğrafı Lübnan’ın güneyinde bulunan “Fatıma Kapısı” nı ziyareti sırasında çekilmişti.

Elbette ABD vatandaşlığına sahip olan ve istediği zaman Filistin’i ziyaret edebilen Said’in böyle bir şeye ihtiyacı yoktu. Ama o bu hareketi ile işgale ve köklerini araştırmak için tarihin derinliklerine indiği sömürgeciliğe karşı tutumunu göstermek istedi. Kuşkusuz bu yolculuk, günümüzde görmeyi bilenler için en çok okunması ve anlaşılması gereken teorinin doğmasına neden olmuştur. Said her zaman şöyle derdi: “Evet, burada Filistinliler, Kenanlılar ve Asurlular ile birlikte sadece 300 yıl yaşasalar da Yahudilerin de Filistin’de hakkı vardır.”

“Evet onların da bu topraklarda hakkı var ama başkalarını evlerinden kovmaya hakları yoktur”. Edward Said bugün aramızda olsaydı 83. yaşını kutluyor olacaktı. Müzik, opera, resim ve edebiyat tutkunu bu büyük entelektüel bugün yaşıyor olsaydı sadece Filistinlilerin onuru için değil ayaklar altına alındığı her yerde insan onuru için mücadele ettiğinin belki de daha çok farkına varırdık.