Ahmed Mahmud Ucac
Lübnanlı yazar
TT

Gazze trajedisi: İmkânsız zafer ve eksik çözüm

Pek çok kişi 7 Ekim 2023'ten sonra dünyanın değiştiğini, Filistin'in tekrar ön plana çıktığını, yokluğunun bölge ve belki de dünya için felaket olacağı için çözümün gerekli hale geldiğini düşünüyor. Bu kişilere “barışçıl iyimserler” denebilir; karşılarında ise Hamas’ın savaşın denklemini değiştirdiğine ve İsrail'in yok olma yolunda olduğuna inanan “direnişçi savaşçılar” duruyor. Bu ikisi arasında, Hamas saldırısının felaketle sonuçlanacağını, nihai çözümün imkânsız olduğunu, diplomatik hareketliliğin ve kamuoyunda görülen gürültünün çözüme götürmeyeceğini ve en iyi çıkış yolunun çatışmayı çevrelemek ve sonra onu yönetmek olduğunu anlayan bir grup realist bulunuyor.

İyimserler, çatışmayı bitirmeye yönelik gerçek bir arzu ile hareket ediyorlar. Tarihin, bölgenin ve çıkarların, filozof Kant'ın kalıcı barışa dair savında söylediği gibi, kendi çıkarlarının farkına varan ve ardından iki devletli çözümün temsil ettiği uzlaşmacı çözümlere ulaşan rasyonel insanlar arasındaki diyalog ile aşılabilir meseleler olduğuna inanıyorlar. Direniş yanlıları ise İsrail'in kuşatıldığına, hak sahibi kişilerin silaha sarıldığına, Hamas’ın kararlılığının İsrail'in caydırıcılık teorisini altüst ettiğine, aynı zamanda İran'ın füzelerinin karşılıklı caydırıcılık denklemini kurduğuna, İsrail’in artık güven içinde yaşayamayacağına ve yok oluşunun an meselesi haline geldiğine inanıyorlar. Direnişçiler, özellikle de İran liderliği, İsrail'in nasıl ortadan kaldırılacağına ya da İsraillilere ne yapılacağına dair bir vizyon sunmuyorlar! İsrail'i ortadan kaldıramadıkları ve bir barış planları da olmadığı için bu, asimetrik savaşın, İran'a ya da İsrail'e değil, Araplara ve Filistinlilere yönelik tüm yıkıcı sonuçlarıyla devam etmesi anlamına geliyor.

İki devletli çözümü savunanlar, İsrail'i yenmenin imkânsız olduğunu, dünyanın değiştiğini, Yahudiler ile Arapların iki devlette bir arada yaşaması gerektiğini söyleyerek önerilerini gerekçelendiriyorlar. Ancak bu bir arada yaşama imkânsız görünüyor; çünkü İsrail ve Filistin tarafları çatışmaya “Tanrının onlara toprak üzerinde ayrıcalıklı bir hak verdiğini” söyleyen insanüstü bir referansla bakıyorlar. Siyonistler, Filistin'in kendilerine Tanrı tarafından verildiğine, buradan çıkarılışlarının onları tarihin dışında bıraktığına ve Ben-Gurion'un deyimiyle geri dönüşleriyle yeniden tarihe döndüklerine inanıyorlar.

Yahudi devletinin teorisini gözden geçirenler savunucularının, tüm Filistin'in kendilerine ait olduğuna ve Filistinlilerin davetsiz misafir olduğuna tamamen ikna olduklarını görecektir. Eski İsrail başbakanı Golda Meir'in ve son zamanlarda Netanyahu'nun görüşüne göre Filistinliler, Ürdün ve Mısır'daki kardeşlerinin yanına veya diğer Arap ülkelerine dönebilecek Araplardır.

Bu mantık, İngiliz ve Amerikan desteğiyle İsrail Devleti'nin ilk gününden itibaren kurucularının düşüncesinde tamamen kök saldı. Bu nedenle aşamalı olarak toprağı ele geçirme yöntemini benimsediler. Önce İngiliz Manda yönetiminin Filistin'in yüzde 17'sini kendilerine veren projesini kabul ettiler, ancak Araplar o dönemde bu projeyi reddettiler. Daha sonra BM'nin aldığı taksim kararını kabul ettiler, Araplar ise bu kararı reddettiler. Yenilgilerin ardından Araplar gerçekçiliğe geri döndüler. Sina'nın Mısır'a geri verilmesi ile sonuçlanan kısmi çözümleri, onunla birlikte bir barış anlaşmasını, ardından Vadi Araba Anlaşmasını ve son olarak İbrahim Anlaşmalarını kabul ettiler. Filistinliler de tek demokratik devlet çözümünü, ardından Oslo Anlaşmalarını ve iki devletli çözüm hayalini kabul ettiler.

Bu gerçekçiliğe karşı İsrail ile anlaşma karşıtı akım, Arap olmayan bir ülkenin önderliğinde, ABD'yi bölgeden çıkarma, İsrail'i ortadan kaldırma sloganı ve devrimci vizyon ile bir kurtuluş savaşı yürütüyor. Ancak bu akımın sorunu, önünde İsrail'den başka bir şey görmemesi ve ona doğru harekete geçtikçe, ne tuhaftır ki, Arap şehirlerini yok etmesi, sakinlerini yerinden etmesi, yoksullaştırması ve bileşenleri arasındaki uçurumu genişletmesidir. Bu akım, liderinin (İran) de Arap topraklarını işgal ettiğini, uluslararası tahkimi reddettiğini ve komşularının işlerine müdahalesini durdurmayı kabul etmediğini umursamıyor. Dahası, İran nükleer programı ile ilgili olarak ABD ile arasında devam eden diyaloğa Arapların katılmalarını veya diyaloğu Arap ülkelerine karşı güçlendirdiği milislerin silahlandırılması ile ilişkilendirmeyi reddediyor. Bu reddediş, ABD'nin değil, kendisinin bölgeye hâkim olma ve kontrol etme hakkına sahip olduğuna inanan İran'ın (imparatorluk) oluşumunun bir parçası. Bölgedeki aktivizmine meşruiyet kazandırmak için de Filistin'in özgürleştirilmesi sloganını benimsedi, çünkü bu olmazsa İslami devriminin meşruiyeti kalmayacaktı.

Buna karşılık realistler grubu güç dengesinin, bu dengenin İsrail lehine meylettiğinin ve Siyonizm Filistin halkının varlığını hiçbir şekilde tanımazken, İsrail için varoluşsal bir tehdit oluşturan Filistin varlığını hiç tanımayacağı için adil barışın imkansızlığının farkında. Nitekim Netanyahu, kuşatılmış ve bitkin durumdaki Hamas'ın saldırısının kurulacak bir Filistin varlığının İsrail'in güvenliği açısından ne kadar tehlikeli olduğunu kanıtladığını söyleyerek bunu vurguladı. İsrail'in bu reddi, Arap Müslümanların ve Hıristiyanların Filistin'in yerli halkı olmayıp, asıl halkının Tevrat’ta da yer aldığı gibi Yahudiler olduğu yönündeki Siyonist literatüre dayanıyor. Böylece biyoloji ve mitoloji, mülkiyetin kesin kanıtı haline geliyor. Bu inanç mevcut İsrail liderliğinin zihninde kök saldığı sürece, iki devletli çözüm reddedilmeye devam edecek ve onun yokluğunda artan şiddet hâkim olacak.  Bu nedenle alternatif, çatışmayı kalıcı olarak çözmek değil, çevrelemek ve onu yönetecek geçici bir mekanizma bulmaktır. Bu durum kaçınılmaz olarak iki devletli çözümün tartışmaların dışına itilmesine, İsrail'in ilişki kurmayı arzuladığı önde gelen Arap ülkelerinin garanti ettiği geçici çözüm fikrinin gündeme gelmesine yol açacaktır.

Bu geçici çözüm, çatışmayı donduracak ve Arapların, Filistin'i kurtarma sloganı ile işgal altına giren başkentlerini yeniden inşa etmelerine olanak tanıyacaktır. Geçici çözüm, Filistinlileri korumak, topraklarının çalınmasını durdurmak ve karşılığında İsrail'in güvenliğini ve kendisine yönelik Arap açılımını garanti altına almak için uluslararası bir şemsiye altında etkili Arap müdahalesini içerebilir. Bu geçici bir istikrar sağlayacaktır ve zamanla güç dengesi değişebilir ve İsrailliler tarafından reddedilen şey kabul edilebilir hale gelebilir.

Hamas tek başına Filistin'i kurtaramaz, İran da Filistin'i özgürleştirme konusunda ciddi değil. İsrail'in Filistinlileri denize atmaya gücü yetmeyeceği gibi, Arapların da Filistin halkını kurtarmak için bir savaşa girişmeye güçleri yetmez. Keza Batı, soykırımla suçlanan ve stratejik çıkarlarına zarar veren bir oluşumu koruyamaz. İki devletli çözüm kabul edilemez olduğu sürece, bunda diretmek, İsrail'i güçlendiren ve Filistin topraklarına yönelik ilhakını genişleten, İran'a da Arap ülkelerinde daha da genişleme fırsatı sunan saçma savaşları sürdürmeleri için direnişçilere ve İsraillilere bir bahane verecektir. Bu gerçeğin bir trajediye dönüşmemesi için çatışmayı yönetmek akan kanı durdurabilir. Arapların parçalanan varlıklarını yeniden canlandırmalarına ve daha sonra zayıf değil, güçlü bir konumdan müzakerelerde bulunmalarına olanak sağlayabilir.