Ahmed Mahmud Ucac
Lübnanlı yazar
TT

Fransa’daki protestolar devlet modeliyle ilgili

Paris protestolarına ve şiddete tanıklık eden dünya, bu hafta da aynı protestolara yeniden tanıklık edecek. Dünya, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un tehditlerden vazgeçip akaryakıt vergisi zammını askıya almayı kabul ettiğine şahit oldu.
Macron, sarı yelekli protestocuların arasında farklı ajandalara sahip aşırı sağcıların olduğunu söyleyerek onları kanunları uygulamakla tehdit etti. Fakat Macron, meselenin bu kadar basit olmadığını ve protestoların ideolojik sebeplerden kaynakladığını anlayarak bu kararından geri adım attı.  Gerçekten de protestolar, geçici bir olgu olmayıp ülkenin ekonomik modelini ve meşru demokrasiyi kapsayan önemli çatışmayı gün yüzüne çıkartıyor.
Diğer Avrupa ülkelerinin aksine Fransa, devlet kavramı noktasında parlak bir tarihe sahiptir. Fransız devriminin ardından Fransız halkına göre devlet, kilise ve kralın alternatifi olup özellikle ekonomi alanında özgürlük, kardeşlik ve eşitlik gibi sloganların gerçek destekçisidir.
Fakat küreselleşme çağında Fransa devleti, artık bu sloganları uygulayamıyor. Yine Fransa devleti, vatandaşlara yönelik ne ekonomik eşitliği ne de sosyal hizmetleri garanti edebiliyor. İş insanları, küreselleşmenin kendilerini serbest bırakması sonucu fiili olarak dünyanın efendilerine dönüştü.
Aynı şekilde küreselleşme, ucuz işgücü aramak için endüstriyi Avrupa kıtasından dünyanın diğer kıtalarına transfer etti. Bu küreselleşme ortamında Fransızlar, özellikle de sarı yelekliler, kendilerinin kaybettiklerini, devletin zengin iş insanlarının isteklerini dinleyip onlara itaat ettiğini anladı.
Sarı yelekliler, Fransa devletinin başına gelenlerin bilincinde olup bankacı ve zengin Cumhurbaşkanı Macron’un, ülkelerini sosyalist yapıdan küresel liberal ekonomiye taşımaya çalıştığını biliyor. Protestocular, iki zıt ekonomik sistemin arasında bulunuyor: Avantajlarından yararlandıkları eski sosyal demokrasi ve bu avantajlardan mahrum kaldıkları yeni liberal ekonomi. Bunun için sarı yeleklilerin protestoları, bu tehlikeli dönüşümü net bir şekilde reddetmektedir.
Protesto ve şiddetle geçen ikinci haftanın ardından bu ideolojik çekişmenin farkına varan Fransa Başbakanı, “Fransızlar, öfkelerini dile getirdi. Bu öfkenin nedenlerini anlıyorum. Çünkü Fransız vatandaşı, ihtiyacını karşılayamıyor. Fransız vatandaşı, geçimini sağlamak için çaba sarf etmesine rağmen kuşatıldığını hissediyor” ifadelerini kullandı.
Fakat Fransa Başbakanı’nın bu açıklaması, ideolojik çekişmeye bir çözüm bulmuyor, aksine Fransa hükümetinin dar gelirli Fransızların sıkıntılarını anladığını teyit ediyor. Fransa Başbakanı’nın açıklamaları, hükümetin sadece bu sıkıntıları anladığını göstermektedir.
Fransa Cumhurbaşkanı Macron da buna benzer bir tutum sergileyerek, acı da olsa Fransa’da köklü bir değişimin olması gerektiğini ve mevcut ekonomi modelinin devam etmesinin faydalı olmayacağını ifade etti. Macron, konuşmalarında ve seçim kampanyasında Fransa’yı tekrar yenileştireceğini vaat ederek reformlarını başlatacağını söyledi.
Buna göre Macron, çalışma saatlerini artırmak, emeklilik yaşını düşürmek, harcamaları azaltmak, dolaylı vergileri artırmak, şirketleri Fransa’ya çekmek için şirketlere uygulanan dolaylı vergileri azaltmak ve iş insanlarına öncelik tanımak gibi reformlarına başladı.
Fransızların bu küresel ekonomi politikasını reddedeceği kesin olarak belliydi. Çünkü bu politikanın içerisinde devletin rolünü değiştirmeye yönelik bir girişim var. Devlet, ekonomik eşitliği ve sosyal refahı artık topluma garanti etmiyor. Tam tersine devlet, “Başarılı olan, her şeyi alır” denklemine göre vatandaşı geçimini sağlamak için mücadele etmeye terk ederek tek kaygısı güvenliği sağlamak olan tarafsız bir devlete dönüşmeye başladı.
Bunun için geniş çaplı protestolar, devlet kavramının değişmesine yönelik halk tarafından verilen sert bir tepkidir. Protestocular, tarafsız bir devlet değil, garantör bir devlet istiyor.
Buna karşılık İngiltere Başbakanı Margaret Thatcher’in simgelediği liberal sistem, toplumu inkâr ederek devletin toplumun destekçisi olduğunu reddediyor. Devletin toplumu desteklemedeki rolüne ilişkin bir soruya Thatcher, “Toplum yoktur, bireyler vardır. Bu liberal sistem, bireyleri tanır, onları rekabet etmeye ve herkesi kendi gücüne göre kazanmaya teşvik eder. Devletin rolü; güvenliği ve istikrarı sağlamak ve minimum düzeyde toplumu gözetmektir” dedi.
Protestocular, Cumhurbaşkanı Macron’un kendilerini bu tür bir devlet modeline doğru götürdüğünü ve cumhurbaşkanlarının başarılı iş insanlarının çıkarlarını temsil ettiğini düşünüyorlar. Dolayısıyla onlar, bu zalim sistemi temsil ettiği için Cumhurbaşkanı Macron’a karşı çıkıyorlar.
Macron, gücünden daha büyük beklentilere sahip. Bu da bir sorun teşkil etmektedir. Macron, Avrupa’nın adamı, Trump’ın rakibi ve dünyada etkili bir kişi olmak istiyor. Yine Macron, Fransa devletinin rolünü değiştirmek istiyor. Bu, zor değil, aksine imkânsız gibi görünüyor.
Bunun için Macron, akaryakıt vergi zammı ve kendisini çevre koruyucusu olarak takdim etme gibi sloganlardan ve tedbirlerden medet umuyor. Örneğin; akaryakıt zammı, devletin hazinesine gelir getirecek. Fakat diğer yandan bu zam, Macron’un yatırım çekmek, üretimi ve iş olanaklarını artırmak bahanesiyle vergilerini düşürmeye çalıştığı zenginleri değil, aksine yoksul sınıfı ve orta gelirli aileleri sıkıntıya sokacak. Macron’un bu politikası, Fransızların yararına değildir. Çünkü onlar, yaşamlarına, gelirlerine ve çalışmalarına yönelik bu politikanın yansımalarını hissettiler.
Fransa’nın aksine Kanada’daki protestocular da Kanada Başbakanı’nın benzer vergiler koyduğunu biliyor. Fakat Kanada Başbakanı, koruyucu önlemlere göre vatandaşlarla istişare ederek vergi koydu. Örneğin; vergi gelirleri, devletin borçlarını ve zenginlerin ödemesi gereken devlet faturalarını ödemek için değil, alternatif enerjiyi desteklemek, sağlık sistemini geliştirmek ve uygun yerleşim birimleri inşa etmek için kullanılıyor.
Fransa’daki protestoların amacı, Fransa’nın küresel ve liberal bir devlete dönüşmesini engellemektir. Yine bu protestoların amacı, Macron’u frenlemektir. Fakat problem şu ki Macron, reform programını gerçekleştirmek için demokratik yollarla seçilmiş bir cumhurbaşkanıdır. Macron, reform programını gerçekleştirmekten aciz. Yine bu da demokratik bir dilemmadır.
Macron, ilk defa gerçek bir kriz yaşıyor: Halkın güvenini kazanan bir seçim programını nasıl gerçekleştirecek? Aynı zamanda protestocuları nasıl razı edecek?
Protestocuların talebi, Macron’un reform programını sekteye uğrattı. Bununla birlikte Macron, kendi varlığını haklı gösteriyor. Macron, programını uygulamaya bağlı kalırsa, kendisini ve tüm reformlarını alaşağı eden bir devrime neden olabilir.