Türki Dahil
Gazeteci yazar
TT

24 saatten daha uzun bir gün için

Bir gün gelecek saat dönmeyi bırakacak ve bu dünya üzerinde zamanın ve o son saatinin olaylarını kaydedecek kimse de olmayacak. Belki bu bir saat değil de bir dakika ya da bir saniyenin bölümlerinden ibaret olacak. O gün okuyucular her yıl tekrarlanan yıl sonu yazılarından bıkmak zorunda kalmayacak ve hiç kimse kaybettiği ve elinden kayıp giden zaman için ağlamayacak. Çünkü o gün geldiğinde zaman; çarpım tablosunda hiç bir rakamın yenemediği sıfırla çarpılacak.
Ne olursa olsun hayat ırmağı mecrasında akmayı sürdürecektir. Bu nedenle geçmiş için ağlamayı bırakıp zamanının yakasından sıkı sıkı tutalım ve elimizdeki saate bakalım. Eğer saatimizin zaman duygumuzu hızlandırdığını ve endişemizi arttırdığını hissediyorsak o zaman masamıza bir kum saati koyalım ya da doğan güneşi veya her gece sonunda bir başka yolculuğa hazırlanan ayı izleyelim. Zira önemli olan zamana sahip olmaktır. Her ne kadar hiç kimse zamana hükmedemese de.
Zamanın hayallerimize ve hedeflerimize hizmet edecek bir yolda ilerlemesini sağlamak her daim en büyük umudumuz olmayı sürdürecektir. Zamanın önemi hakkında size öğütler ve nasihatler vermek için ne örnek bir insan ne de aya gidip gelmiş biriyim. Bilakis bu sözlerle sizden önce kendimi uyarmak istiyorum. Çok kısa bir süre önce geçip giden günleri ve saatleri ile bir yılı arkamızda bıraktık. Zaman düşüncesinden ne istediklerini bilmeyenler kuşkusuz geçip giden bu yılın en büyük kaybedenleridir. Kendilerine belirli  hedefler koyan ve açık planlar hazırlayanlar için yeni yıl ne mutlu bir yıldır! Planladıklarını hayata geçirmeye hazır olanlar için bu planlar, sanki onları 24 saatten oluşan her yeni günde güneşinin doğuşunun keyfini çıkarmaya teşvik etmektedir.
Burada belki de bazılarının hoşuna gitmeyecek bir kavrama da mutlaka işaret etmek istiyorum. Doğrusu ben de bedenin yorulma, bitkin düşme ve bıkma hakkına sahip olduğuna inananlardan biriyim. Çünkü eğer yorgunluk, bitkinlik ve bıkmaktan oluşan üçgen sizi kontrol etmediği sürece sizi, sizin onu yargıladığınızdan daha fazla yargılayacaktır.
Bu noktada; Einstein’in sahip olduğu zihin berraklığının ve netliğinin İzafiyet Teorisi’ni keşfetmesine yardımcı olduğunu söylemeyeceğim. Bunun yerine programlarına ve çizelgelerine disiplinli bir şekilde bağlı kalanların, zamanın hızlı aktığı gerçeğini ve zamanı mükemmel bir başarıya dönüştürebileceklerini bilenlerin; dilendikleri saatlerde bile akıllarında aniden şimşek çakabileceğini bildiklerini söylemek isterim. Bedeninizin dinlendiği ve zihninize düşüncelerini yeniden düzenleme hakkı verdiğiniz bu saatler olmasa belki de zihniniz hiçbir zaman bu fikre ulaşamayacaktı. O kısacık anda zihinde beliriveren ve her an kaçıp gitmeye hazırmış gibi duran bu düşünce bazen çalışkan, azimli ve gayretli bir kişinin çalışırken harcayacağı o uzun saatlerden tasarruf etmesini sağlamaz mı? Dinlenmenin rahminden çıkan bu düşüncenin değeri –bedeli- hiçbir şeyle kıyaslanmayacak derecede büyük değil midir?.
Kısacası; çalışkan kimselerin dinlenmesi ile tembel kişilerin daha da tembelleşmesinden başka bir işe yaramayan dinlenme olmak üzere iki tür dinlenme türü vardır.
Rica ederim, yukarıdaki sözlerden bu fakir kulun insanları tembellik yapmaya davet ettiği sonucunu çıkarmayın! Ben sadece programı ne kadar dolu olursa olsun yorgun düşene kadar çalışan her gayretli kişinin birkaç saatlik dinlenmeyi hakettiğini savunuyorum.
Dostumuz Cerrah Dr. Abdulaziz el-Herici’nin zaman hakkında bir konferans verirken söylemiş olduğu bir söz çok hoşuma gitmişti. Dr. Abdulaziz’e göre kötü alışkanlıklardan kurtulmanın aynı anda hem zor hem de iyi alışkanlıklar kazanmaktan daha önemlidir.
Ardından bir şey satın alırken pazarlık yapmaya düşkün olması gibi sahip olduğu bazı kusurları tam bir dürüstlük ve şeffaflıkla itiraf etti. Bu itirafı Dr. El-Herici’ye ünlü kemik cerrahisi uzmanı Dr. Salim El-Zehrani ile arasında geçen bir olayı hatırlattı ve bizlere de anlattı; “Bir gün Prof. Salim ile konuşurken ona nasıl hem ünlü bir cerrah hem de başarılı bir iş adamı olabilmeyi nasıl başarıyorsun? diye sordum. Her daim tesisatçılarla başımın belada olduğunu bilen Prof. Salim, bu soruma cevap vermek yerine bana şu soruyu sordu: Bir tesisatçı tamir etmek istediği şey için senden diğerlerine göre 10 Riyal daha fazla isterse ne yaparsın?” Ona; “Daha ucuz bir fiyata işimi halledecek birisini bulana kadar tüm Riyad’ı gezerim” karşılığını verdim. Prof. Salim sakin bir şekilde; “Diyelim ki daha ucuz bir tesisatçı bulmak için harcadığın bu yarım saat sayesinde 20 Riyal kazandın” dedi ve ardından muhatabını şaşırtan şu soruyu sordu; “Peki insan vücudunda kopmuş olan bir bağı bağlamak için yapılan ameliyatın ne kadar sürdüğünü biliyor musun?” El-Herici ona: “Yaklaşık yarım saat “ karşılığını vermiş. Bunun üzerine: “Bu yarım saat süren ameliyattan bir cerrahın ne kadar kazandığını biliyor musun?  Diye sorduktan sonra cevabı kendi vermiş; “Tam 15 bin Riyal.” Dr. El-Herici’nin donakalmasına neden olan bucevap ona aynı zamanda bir ders de vermiş. Konferansa katılan biz katılımcılarda bu dersten nasibimize düşeni almış olduk.
Herkes gibi benim de aklımda şu soru ısrarla dolaşıp duruyor: Bir gün gerçekten de sadece 24 saat midir?
Rahmetli Dr. Gazi El-Kusaybi gibi bir kişi, bütün bu başarıları bir ömre nasıl sığdırabildi?  Kendisi ile aynı dönemde yaşamış, onun aldığı eğitime benzer bir eğitim almış ve eşit fırsatlara sahip olmuş birçok kişi bulunmasına rağmen neden sadece o bu fırsatları değerlendirebilmiş ve ünü dünyaya yayılarak insanlar tarafından tanınmıştır?
Bu soruya verilecek tek cevap; Dr. Gazi’nin çeyreklerin ve onların değerini ve yerinde, düzgün bir şekilde harcandıklarında boş saatlerin neler yapabileceğini bilen birisi olduğudur.
Bir kez daha Dr. El-Herici’nin konferansına dönelim. Konferansı sırasında yorgunluğu başarının en eski engellerinden biri olarak niteleyen Dr. El-Herici bizleri reçetesiz de bırakmadı ve yorgunluğu iyileştirecek en iyi antibiyotiğin istek ve tutku olduğunu anlattı.
İç yorgunluk ve bitkinliği yenmek için çeşitli nedenlere ve etkenlere dayansa da istek ve tutkudan daha etkili bir ilaç yoktur. Çünkü yorgunluğu kontrol eden istek, onun zamana boyun eğmesini de sağlar. Bu nedenle istek kadar değerlendirilmeyi hak eden başka hiçbir şey yoktur.İstek ve doğru zamanlamanın bir araya gelmesinden ise muhkem başarı doğar.
Başarı ve hayallerinin gözlerinin önünde gerçekleşmesini görmek isteyenlerin tek korkusu zamanın onları yarı yolda bırakması ya da yenilmeyen sıfıra teslim olmak zorunda kalmalarıdır. Bu nedenle kendisini neyin durdurabileceği sorusuna Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın verdiği cevap beni o kadar da şaşırtmamıştır. Veliaht Prens bu soruya: “Ölümden başka hiçbir şey beni durduramaz” karşılığını vermişti. Diğer bir deyişle ve elbette Veliaht Prens’in izniyle bu ifade şu anlama gelmektedir: “Beni bekleyeni biliyorum ve her sabah tutkumun benimle birlikte uyandığını görebiliyorum. Ama zamanın kısa olması haklı olarak benim gibi kişileri korkutuyor.” Kuşkusuz tüm başarılı kimseler, Veliaht Prens Muhammed bin Selman ile bu haklı korkuyu paylaşmaktadır.
Geriye bahsetmemiz gereken ve başarıyı öldüren ve insanın zamanını değerlendirmesini engelleyen tek bir şey kaldı. O da insanın yapacağı şeyi ertelemesidir.
Bir gün BAE Dışişleri Bakanı Abdullah bin Zayid’le konuşuyordum ve ona bir arkadaşımın yakın  bir zamanda kardeşini kaybettiğini anlattım. Benden kendisini arayıp başsağlığında bulunmak için arkadaşımın telefon numarasını istedi. Ben de ona bunu yarına erteleyebileceğini söyledim. Gülümseyerek bana şu ilginç karşılığı verdi: “Eğer bir şeyi yapmak istemiyorsan onu bir başka zamana ertele!”