Türki Dahil
Gazeteci yazar
TT

Papa BAE’de: Sorgulayan akıl ve inanan Kalp

BAE’nin bir hamlesi bitmeden diğeri başlıyor.
2018 yılını 'Zayed Yılı' olarak adlandırmıştı,
2019 yılını ise 'hoşgörü' yılı ilan etti.
BAE Emiri Şeyh Halife bin Zayed Al Nahyan, hoşgörünün yerleştirilmesi bağlamında, “Zayed yaklaşımının bir uzantısı olarak hoşgörü, toplumların inşası, milletlerin istikrarı ve halkların mutluluğu için en temel değerdir…
Halkımıza aşılayabileceğimiz en önemli şey, Zayed’in miras olarak bıraktığı insani değerlerdir. Çocuklarımızda hoşgörü ilkesini derinleştirmeliyiz” ifadelerini kullandı. Tekrar tekrar bahsettiğimiz hoşgörü, kendi dışımızdaki insanları önemsenin adıdır. Yani başkasını yok sayarak hoşgörüyü hayata geçiremeyiz.
Bu nedenle bugün hoşgörü uluslararası ve bölgesel bir boyut kazanıyor. Katoliklerin ruhani lideri Papa Franciscus’un, 3-5 Şubat tarihleri arasında Ezher Şeyhi Ahmed Tayyib ile BAE’de buluşması bekleniyor.
Bu iki şahsiyet daha önce de defalarca bir araya geldiler, ancak bu buluşmayı diğerlerinden ayıran husus, Papa tarafından henüz gelmeden önce 'sevgi ve barış ülkesi' olarak nitelendirilen Zayed’in yurdunda gerçekleşecek olmasıdır.
Bu iki şahsiyetin hoşgörü ufku, Şeyh Zayed bin Sultan’ın (Allah rahmet eylesin)  ufkundan farklı değil. Şeyh Zayed, hikmetlice konuşur ve sözünü dünyaya dinletirdi.
Arap bilge Şeyh Zayed, "Hiç kimse vermeden alamaz", "Hoşgörüsüz yaşam olmaz", "Hoşgörü, bir kardeş diğer kardeşinden ne kadar farklı düşünürse düşünsün o ikisini bir araya getiren fıtri bir duygudur" demiştir.
Bu fıtri duygunun din adamları ve muhafazakarların yanı sıra meditasyon severler ve yoga salonlarının liderleri tarafından da dillendirilmesi dikkat çekicidir.
İnsandaki iç huzur her zaman hoşgörüyü ne kadar hayata geçirebildiği, başkalarını ne kadar anlayabildiği ile irtibatlıdır. Bu nedenle, kalp selameti, içindeki nefreti yenemeyenlerde olmaz!
Papa Faranciscus’un, cömertlik ve bir arada yaşama kenti olan Abu Dabi’nin misafiri olarak Arap Yarımadası'na ilk ziyaretini sabırsızlıkla bekliyorum. Liderleri yeryüzünde en yaygın iki dinin müntesiplerini temsil eden iki değerli konuğu ağırlıyor.
Hıristiyanlığın iki buçuk milyar müntesibi var, İslam ise bugün dünya nüfusunun yüzde 20'sini temsil ediyor.
Manevi bir buluşmayı temsil eden bu ziyaret uzun zamandır bekleniyordu.
Papa ve El-Ezher Şeyhinin buluşmasına ilişkin olarak Twitter üzerinden bir mesaj yayınlayan Abu Dabi Veliaht Prensi Şeyh Muhammed bin Zayed ise, “İnsanların ve kuşakların barış ve emniyet içerisinde yaşama imkânına kavuşacağına dair iyimserliğimizi hiçbir zaman kaybetmedik. Bu konuda gerçekten ümit varız” demiştir.
Birçoğu, hoşgörü temasının sürekli tekrarlanmasını eleştiriyor. Kendim her fırsatta 'farklı düşünme adabı'nı sıkça dile getiriyorum.
Fakat her gün savaş, kıtlık ve ötekinin yok sayılması ile uyanılan bir dünyada başka ne konuşulabilir ki.
Herkes muhalif olanı yok etme peşinde.
Önümüzde iki seçenek var, bir üçüncü seçenek yok; Birincisi, bir arada yaşama ve hoşgörü değerlerini güçlendirme. İkincisi ise, cinayet, anlaşmazlık, anlaşmazlık yaşayanların birbirleriyle savaşması, kan dökme, nesli bozma ve mala el koymadır!
İnsanlık hoşgörünün ne kadar kıymetli bir değer olduğuna Newton'un elmasının düşme kolaylığında ulaşmadı. Binlerce kişinin üzerine elma düştü, ama hiçbir şey keşfedemediler.
İnsanlar yüz milyonlarca ölüden, şehirlerin yıkılmasından, sınır dışı edilmekten bıktılar.
Bütün bu felaketler, hoşgörüsüzlükten kaynaklanıyor. Birçoğu hakkı kendi tekelinde görüyor, insanları Cennetlikler ve Cehennemlikler şeklinde sınıflandırıyor ve bunu dini bir görev zannediyor! Dinlerin amacının, benliği ıslah etmek, birlikte yaşamayı teşvik etmek ve insanlar arasında barışı yaymak olduğuna inanıyorum.
Öncelikle nefis ıslah edilmelidir. İkinci olarak, farklı düşünceler sabırla karşılanmalıdır. Küçük şehirleri ve daha geniş kâinatı paylaştığımız kişilere tahammül etmesini bilmeliyiz.
Yüce Allah’ın dinleri, İnsanların birbirleriyle savaşmasını sağlamak için diye gönderdiğini düşünmek gerçekten saçmadır!
Birçok Müslüman, Papa Franciscus’un dünyadaki 180 büyükelçi ile yaptığı ilk toplantıda, Kilise Yasasına muhalefet ederek, iki Müslüman elçi de dâhil olmak üzere on iki kişinin ayağını, İsa Mesih'in müritlerinin ayaklarını yıkamasını hatırlatma bağlamında yıkadığını hatırlıyordur!
Bazıları bu durumu garip karşılamış olabilir, ancak Hıristiyan din adamların bir kısmını merhamet ve tevazu ile niteleyen Kur’an-ı Kerimi okuyan Müslümanlar bu durumu garip karşılamayacaklardır.
Zira Yüce Allah, "…onların içlerinde keşişler ve rahipler vardır ve onlar büyüklük taslamazlar" (Maide, 5/82) buyuruyor.
Bu son niteleme bize, Avrupa'nın savaş cehenneminden kaçan göçmenleri neden kabul ettiğini, politikacıların sağlık hizmetleri sunma, kalacak yer temin etme konularında neden istekli davrandıklarını izah ediyor.
Savaş cehenneminin yaşandığı, hoşgörü ve merhametin adeta silindiği bu ülkeler, bir zamanlar böyle değildi.
Kendi aralarında sınırlar dahi yoktu, zulme ve saldırıya uğramış bir komşusuna hemen kucak açardı.
Papa Franciscus, taşımış olduğu bu ismi Katolik Kilisesi'nin tarihinde önemli bir rol oynayan Assisili Aziz Francesco’ya atfen almıştır.
Daily Telegraph gazetesi, Papa'nın isim seçimiyle ilgili olarak şöyle demiştir: "Papa'nın bu ismi seçmesi, onun geldiği geleneği ve kiliseyi ne şekilde yöneteceğini ortaya koymaktadır." 
Papa,tevazu ve sadeliği ile bilinmesine rağmen, altı farklı dili konuşabilmektedir.
Sürekli yürüyen ve gülümseyen Papa'nın görüşlerini tamamen yansıtmam mümkün değildir. Fikir verme babında, yazmış olduğu kitapların başlıklarına hayran biri olarak bazı sözlerini nakletmek isterim.
Sözlerinden birisi, "Gerçek güç hizmettir" şeklindedir. Bu sözünü ayinde ayakları yıkayarak, dil öğrenerek ve insanlara yakınlaşarak hayata geçirmiştir. 2012'de yayımlanan kitabı 'Sorgulayan akıl ve inanan Kalp' başlığını taşımaktadır.
1990'larda, 1986 yılında yazdığı 'Havarilerin Yaşamı Üzerine Düşünceler' adlı kitabının bir güncellemesi olan 'Düşünceler' i yazdı. 'John Paul II ve Fidel Castro Diyalogları' kitabının başlığı gerçekten çok güzel, ancak 2004'te yayımlanan " 'Ülkeyi Bir Kişinin Omuzlarına Yüklemek' adlı kitabın başlığının daha ilgi çekici olduğunu söyleyebilirim.
Şu anda BAE'yi ziyaret eden bu reformist adamın bütün niteliklerini sıralamak bu makalenin sınırlarını aşar.
Fakat Peder Juan Esamendi'nin, Amerika kıtasını temsilen bu makama ulaşabilen bu Arjantinli papayı tarif ederken söylediği sözleri de nakletmek isterim: “Kenti için çok önemli bir insandı, herhangi bir sorun yaşamadan caddelerde yürür, herkesi selamlardı ve insanlar onu çok severdi.” Arjantinliler, onun mütevazı biri olduğu konusunda hemfikirler. Birinci sınıfta seyahat etmeyi reddeder, aradaki fiyat farkının fakirlere bağışlanmasını talep eder.
Tevazu değerleri, yürüme alışkanlıkları, genişletilmiş masa, yalnızca Abu Dabi'de değil, bilakis ötekine açık diyaloglarda gerçekleşecek.
Değerleri geliştirmek kolay gibi gözükebilir, ancak hayata geçirilmesi oldukça zordur, zira nefse ağır gelir. Ancak gerçekleştiğinde ise dünya daha yaşanabilir ve huzurlu hale gelir.
Barış ve sevgi olmadan, Şeyh Zayed'in El-Ezher Şeyhine ve Vatikan'ın Papa'sına gönderdiği gibi içten bir davet olmadan, Zayed'in değerlerinin devamı sağlanamaz.
Biz de hoşgörü hakkında yazmaya devam etmek durumunda kalırız.