Türki Dahil
Gazeteci yazar
TT

Samimi Sadeq’ın ölümünün üzerinden geçen 25 yıl

Öyle adamlar vardır ki –bununla sadece erkekleri kastetmiyorum- bu dünyadan ayrıldığı zaman kaç yaşında olduğunu okuduğunuzda bir kez daha okumak ihtiyacı hissedersiniz. Bu geniş ömür için ona gıpta etmeniz mi yoksa onun gibi biri daha 60 yaşını doldurmadan erkenden göçüp gittiği için hüzne boğulmanız mı gerektiğini bilemezsiniz.
Bu sözleri; kıskançlık, gıpta ve sevgi ile sadece gurbetten üzerine düşen paya razı olarak adının bir parçası olan şehri Bingazi’den uzakta yaşayan o alaycı düşünür ve ülkesini içeriden eleştirse de 7 dilde eğitim ve dersler veren şehirli bedeviyi hatırladığımda söylerim.
Bahsettiğim kişi Sadeq Naihoum’dur. Kendisi doğduğu şehir Bingazi hakkında, ”Yetimlerin anası Bingazi için yokluklar şehri olduğu, gündüz vakti ölülerin caddelerinde dolaştığı ve gerçek Bingazi savaşta öldürüldüğü için bir hayaletler şehri olduğu söylenir” der.
Kendisi “camiyi kim çaldı?” sorusunu yinelediğinde aynı adı gibi sadık ve doğru sözlüydü.
Aynı doğru sözlülük ve samimiyet ile bilginin anahtarı olan sorularını sormayı sürdürerek şunu da sormuştu: ”Okuyucu ne ister?”
Naihoum gibi samimi birini ancak erken dönem bir aydın olarak niteleyip sınıflandırabiliriz. Çünkü o, dini metinleri yeniden okuyarak sorunlarını gidermeye çalışmış ve fıkıh âlimlerini metinlerin çözümlerinden değil de sorunlarından biri olarak saymıştır. Okuyucuya metni okurken aklını kullanma çağrısında bulunmuştur.
Kendisi düşünce dünyasında çokça yolculuk eden ve bu yolculuklarını büyüleyici bir şekilde sürdüren birisiydi.
Öne sürdüğü her yeni yolculukta, dini anlayışın yenilenmesini kayıp bir efsane gibi görürdü. Kendisinin, gerçeklerini kaplayan kayıp dünyalar yerine Müslümanların kendisi ile doğru yolu bulabilecekleri bir pusulayı temsil ettiğini düşünürdü.
Bazen Sadeq’ın alçakgönüllülüğünün ve belki de rejime yakın olmakla suçlanmasının düşüncelerinin yayılmasını engellediğini düşünüyorum. Çünkü o kendisini garip olarak nitelemiş ve Libya konusunu tartışmaktan uzak durarak şöyle demiştir, ”Ben garip bir adamım ve ben Libyalıların işine burnumu sokmak istemiyorum. Tek istediğim, sahip olduğum bütün tecrübe ve deneyimleri onların ellerinin arasına bırakmaktır.
Erdemli ve iyi huylu kişiler genellikle içinde bulundukları toplumlarda kendilerini garip hissetikleri için kendisinin söylediği gibi ülkesinde hissettiği gurbet yabancılığın nedeninin ne olduğunu ona sormayı gerçekten de çok isterdim. Naihoum hissettiği bu yabancılığı şöyle ifade eder: ”Libya’da da olsa insan, gurbetin avucuna düştüğünü keşfediyor. Çantasını omzuna atarak ve neredeyse iki gözü de yaşlarla dolu olarak kendisine bir otel aramaya başlıyor.”
Bir akşam bu isteğimden Libyalı bir arkadaşıma bahsettiğimde kahkahalarla gülerek bana şu karşılığı verdi, ”Naihoum Libyalı bir kadınla evlenmediği için Libya’yı kaybetti. Onun birinci eşi Finlandıyalı ikincisi ise Filistinliydi. Dolayısıyla Libya’da bir otel araması çok doğaldır.”
Libyalı kadınlara karşı ne kadar hürmet ve saygı duysam da Sadeq’tan yana olduğum için bu yorumdan çok etkilendim ve bütün geceyi, Sadeq bu soğuk suçlamayı duysaydı nasıl bir karşılık verirdi diye düşünmekle geçirdim.
Bunu anlamak için kapladığı alan olarak küçük olsa da değer olarak büyük olan Naihoum’un kitaplarının bulunduğu rafa yöneldim. Kitaplarında kadından, erkek ile birbirlerini tamamlayan iki varlık şeklinde bahsettiğini ve kadınları farklı müzik aletleri ile çalınsa da kalbin sevdiği ve kulakların hoşlandığı güzel bir müzik olarak nitelediğini gördüm.
Ona göre erkek ve kadın her şeyle dolu hayatın yüzüdür ve gece ve gündüzün birbirleri ile karşılaştırılması nasıl imkânsız ise kadın ile erkeğin de karşılaştırılması da imkânsızdır. Çünkü aydınlık karanlığın karşıtıdır ama gece olmadığında gündüz eksik kalır. İkisinin birbirini takip eden hareketi olmadan ikisi de tam olamazlar. Bu yaklaşımdan yola çıkarak dostumuz o güzel âlemlerine açılıp sözlerini hikmetle süsleyerek şöyle der, ”Erkek ve kadın arasında eşitlik bir peri masalıdır. Çünkü her birinin koşulların gerektirdiği bir rolü vardır ve herkes harcadığı çabaya göre kazanımlar elde eder. Dolayısıyla her iki durumda da onlar birbirlerini tamamlamaktadır.”
Sadeq düşüncelerinin yayılmasını ve kabul görmesini beklemiyordu. Güzel olan da bunun onun ümitsizliğe kapılmasına ve bana göre bir çareden çok halkının içinde bulunduğu acıları iyileştirmek için bir ilaç olarak kullandığı yazmaktan vazgeçmesine neden olmamasıdır.
Belki de onun dostu olabilirim ümidiyle bugün hala hayatta olmasını temenni ettiğimizi sizlere itiraf etmekten kaçınmayacağım. Bu isteğe daha çok kapılmama neden olan özelliklerinden biri de alçakgönüllülüğü ve insanlık taraftarı olmasıdır. Sadeq bu konuda şöyle der, ”Ben ne önemli bir adam ne de hükümranlık sahibi biriyim. Ama Allah’a olan inancım benim birçok iyi kimsenin dostluğunu kazanacağımı hissetmemi sağlıyor.”
Bu iyi kimseler arasında benim de yer aldığımı söylersem kendimi çok mu övmüş olurum? Doğrusu bundan hiç utanmıyorum!
Ey Libya’nın büyük çöllerinin çocuğu ve dostum; bu dünyadan göçüşünün üzerinden geçen 25 yılın ardından sana şunu söylememe izin ver: Sen önemli birisisin ve düşüncelerinin hükümranlığı hiç sona ermeyecek. Çünkü o gücünü; 5 yıl önce yazılarının El-Dalal adını verilen bir kitapta bir araya getirilmesini ve Brnichi yayınevi aracılığıyla yayımlanmasını kutlayan erdemli ve iyi dostlarının devam eden çabalarından almaktadır.”
Bu kitabın başlığı bir teselli ödülü müydü? Belki de, ama bu sonuçta iyi kişilerin çabalarını bir ürünüdür.
Her ne kadar Sadeq ile karşılaşmamış olsam da kendimden emin bir şekilde en büyük düşmanının bilgisizlik olduğunu söylediğimde hakkında yanlış bir şey söylemiş olacağımı düşünmüyorum.
Bütün akıllı kimseler gibi o da düşmanını iyi tanıdığı ve hakkını yemediği için bilgisizlikten şöyle bahseder, ”Bilgisizlik de bilmek gibi sınırsız bir şekilde artan bir şeydir.”
Aynı bilgeliğe dayanarak Naihoum’u en çok ettiği ve insanın da duyduğunda kendini âmin demekten alamadığı dua şuydu, ”Allah’ım izin ver de gökyüzünden kitap yağsın. İzin ver de göklerinden iyi okullar, öğretmenler ve kitaplar yağsın. Bizler yağmuru kendimiz üretip utancımızı onunla yıkayabiliriz.” Naihoum genellikle çoğul etken özneyi kullanır çünkü yaralı ve felaketzede bir ümmetin bir çocuğu olduğuna, bilgisizliğimizden onu kabullenerek, her daim eleştirerek ve düzelterek kurtulabileceğimize inanmaktadır.
Bu konuda da şunu söyler, ”Sorunlar hastalıklar gibidir. İyi niyetlerle ya da güzel konuşmalarla onları tedavi edemeyiz.” Gerçekler onun için sayılar gibi sorgulanmaya açık olmayan kesin bilgiler olduğu için de şunu vurgular, ”Çıkmaz yollar sadece yürüyüşünüzü durdurmaz aynı zamanda sizleri geriye gitmek zorunda bırakır.”
Hayatı boyunca Sadeq’ın aklı düşünmeyi hiç bırakmadı ve kalbi hep tarafsız kaldı. Bu da doğal olarak sadece satır aralarında bile olsa onu hemen öfkeye kapılan ve hüzün dolu bir kişi yapmıştır. Bilgisizliğe karşı aşırı duyarlılığı, Bingazi’nin bu eşsiz çocuğu ve Libya’nın nazlı gencinin aynı zamanda Libyalıların kıskançlığını, başkalarının ise sevincini arttıran güvenilir bir öğüt verici olmasını da sağlamıştır. Çünkü ona göre gerçeği samimi bir şekilde eleştirmek reform yolunun başlangıcı ve vatan sevgisinin yansımalarından biridir. Bu vatan sevgisi, Naihoum’a her zaman olmuştur. Öyle ki kendi vatanında bile hüzün ve yabancılık hissetmesine yol açmıştır.
Sadeq sadece bilgi sahiplerinin bizlere yapabileceği bir uyarı ile şöyle der, ”Bilgisiz kişiler bilgisizliği göremezler. Çünkü körler de karşılarındaki kişinin onlar gibi kör olduğunu göremezler. Öyleyse gelin de bu körler çarpıştığında oturup ağlayalım.” Körlerin toplu çarpışmasından bahseden Naihoum gibi Allah da ayetinde körler hakkında şu ayrımı yapar, ”Gerçek şudur ki, gözler kör olmaz, fakat asıl göğüslerin içindeki kalpler kör olur.”