Yusuf Deyni
Suudi yazar
TT

​DEAŞ valizini topladı mı?

17’inci yüzyılın en önemli filozoflarından Hollandalı Spinoza’nın “Gülme, ağlama; sadece anla” şeklinde bir sözü vardır. Politikacılar ve Batı medyası tarafından DEAŞ’ın yok edildiğine dair sevindirici açıklamaları takip ederken, bu cümleyi hatırladım. Kürt ağırlıklı Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) de sembolik olarak sarı bayrağını DEAŞ’ın siyah bayrağıyla değiştirdiği görüldü.
DEAŞ örgütünün ya da herhangi bir terör grubunun sonu, sevindirici bir durumdur. Zira biz, dünya toplumlarının uzun süreli bir kriz olarak, terör hastalığına uyum sağlamada sorun yaşaması nedeniyle İslam’ı karalayan radikal odakların ya da aşırı sağın ortaya çıkışından ve şiddetin tekrarlanmasından dolayı hayal kırıklı yaşayan bir dünyayla karşı karşıyayız.
Toprağı DEAŞ’ın ve sözde hilafetin elinden kurtarmak, coğrafya ve egemenlik bakımından bir zaferdir. Fakat önemine rağmen bu zafer, DEAŞ’ın ve terör örgütlerinin yok olduğu ya da şiddetin azaldığı anlamına gelmiyor. Fikir ve ideoloji, güvenliği belirleyen ve tarihi mobilize eden en önemli faktörlerdir. Bu da bugün olağanüstü sürdürülebilir bir durum olarak şiddet ve terör araştırmalarında yaygın olan kavramın geliştirilmesini gerekli kılıyor.
Bugün Avrupa’nın tecrübelerinde ilerleme kaydeden ‘Toplumların Dirençliliği’ kavramı, radikalizmi engelleyip radikalizmle mücadeleye yardım eden aktif yerel unsurları belirleme ve aşırılığı durdurma programları aracılığıyla tepkiden stratejik planlama seviyesine geçiyor. Bu da terör olaylarına ve radikal söylemin yükselişine karşı daha güçlü bir direnç garanti etmektedir.  
Hilafet devleti, düşünülmesi gereken bir dersten ziyade medyanın tüketim maddesine dönüşen DEAŞ’ın ortadan yok olan bölümüdür. Fakat DEAŞ, taraftarlarının, destekçilerinin ve radikal ideolojisine inananların zihin ve düşüncelerinde yaşamaya devam edecek. Bunlar geri dönen savaşçı ya da bir çatışma bölgesinden diğerine geçiş yapan ‘yalnız kurt’ ve ‘uyuyan hücre’ şeklinde halen sahnede mevcut. Uyum konusunda radikal hareketlere büyük bir dinamizm katan bu geçiş, cihadist akımların söylemlerinde ‘savaş alanına göç’ olarak ifade ediliyor. Yani DEAŞ ya da El Kaide gibi örgütler, bir toprağı kaybettiği zaman yeni bir yere gitmek için valizlerini topluyor.
Yükseliş ve genişleme döneminde DEAŞ, kültürünü, medeniyetini, tarihi eserlerini, petrolünü ve güvenliğini ele geçirip gasp ettiği bölgelerde, örgütün kontrolüne geçen çocukları ve gençleri cezp etmeye yönelik programların ve kampların yanı sıra, 100 bin savaşçılık bir orduyla ‘Birleşik Krallık’ büyüklüğünde bir alanı işgal etti.
Şu ana kadar 80 bin insanın göç ettiği ve DEAŞ’tan da yaklaşık bin unsurun öldüğü açıklandı. DEAŞ’ın hilafet toprağını kaybetmesi, bizim DEAŞ sonrası süreci yaşadığımız anlamına gelmiyor. DEAŞ, sadece Irak ve Suriye’deki çatışma bölgelerinde peş peşe yenilgiye uğradı. Bunların birçoğu tedbir maksatlı açıklandı. Oysaki raporlara göre kurtarılan şehirlere yakın çeşitli bölgelerde örgütün kontrol ettiği büyük yerler bulunuyor.
Sosyal medyada DEAŞ’ın politikalarını takip edenler, El Kaide gibi diğer gruplardan ayrılanlarla ittifak kurarak örgütün önceden yatırım yaptığı yeni bölgelere göç ettiğini görür. Aynı şekilde DEAŞ, Sovyet Birliği’nin parçası olan Asya ve Doğu Asya ülkelerinde uzun yıllardan beri halk tabanı oluşturmaya çalışıyor.
Spinoza, anlama girişimi noktasında sempati kazanma, siyasi olayları istismar etme ve bu olayları siyasi bir eğilim gibi değil de dini ve medeni katliam gibi sunmaya çalışan ideolojik örgütlerin sonuyla ya da ‘yenilgi’ kavramıyla ilgili pek çok şey söylemiştir. Yenilgi kavramı, kendi kendini üretmeye, nefret söylemine ve dünyaya dost-düşman şeklinde bakmaya dayanan ideolojiyi kapsamaz. Kardeşin kardeşini, babasını, ailesini, komşularını ve ortaklarını öldürmesini garantilemek için bunlar, savaşını daha önemli gören ‘yakın düşman’ olarak isimlendiriliyor.
Organize ve ideolojik şiddetin ve terörün sonuyla ilgili açıklamalara dönecek olursak Afganistan sürecini, Taliban’ın ortaya çıkmadan önce Afganistan’ın yeni dünya arenasına girişini, 11 Eylül sonrası dünyayı, liderinin öldürülmesinin ardından El Kaide’nin yok oluş meselesini, DEAŞ’ı ve bugünlerde şahit olduğumuz zafer ilanlarını iyi hatırlamamız gerekiyor. Ayrıca DEAŞ’ın yok olduğu değil de zayıfladığı varsayımı, zafere ulaştığımız anlamına gelmiyor. Zira biz, İran’ın İranlı milislerin, Husilerin, Şii grupların ve Hizbullah’ın yaptığı gibi bazı ülkeler tarafından yürütülen farklı terör türleriyle karşı karşıyayız.
Şu veya bu terör örgütüne yönelik zafer, terör gruplarının sonunu açıklama noktasında bizi hemen sevindirmemelidir. Terör örgütlerinin ortaya çıktığından beri gerçekler, bize terör gruplarının kendini yenileyebileceğini gösterdi. Uzun yıllar önce piramit örgüt yapısından yayılma ve ‘yalnız kurt’ düşüncesine geçiş yapmasının ardından terör örgütleri, sahada baskıya maruz kalmasına rağmen sosyal medyada halen etkin.
Bugün terör örgütlerinin geliştiğini ve yıkıcı fikirlerin etkisiyle küllerinden yeniden doğduğunu unutuyoruz. Bunun için genellikle askeri operasyonlar, yeni stratejilere doğru kayıyor.
Sonuç olarak herhangi bir terör örgütünün kamplarını, savaş cephelerini ya da kontrol ettiği coğrafyayı kaybetmesi, bizi terör gruplarının sonunu veya terör tehdidinin azaldığını açıklamaya sevk etmesin. Terör, şiddet, ırkçılık ve üstün ırk inancı, yaşamaya devam edecek düşüncelerdir. Her şeyden önce bu düşünceler, fikir ve kültürle ilgilidir.