Türki Dahil
Gazeteci yazar
TT

​Bana sevgi ver

UNESCO ve El-Bedr Abdulmuhsin Yardım Kuruluşu  –bunun dil açısından hatalı olduğunu bilsem de kendisine her zaman El-Bedr  şeklinde hitap ederim- ile işbirliği yapan MİSK, dolunaya benzeyen ve ışığın, şiirin ve sanatın başkenti Paris’te, Dünya Şiir Günü’nün kandillerini bir şiir ve sanat gecesi ile yakarak bize ne kadar büyük bir iyilikte bulunmuştur.
Her ne kadar Paris dolunayın ışıltısını ve güzelliğini tekelinde tutsa da El-Bedr’in en uzak şiirsel hallerimizde ve 36 tablosunda dolunaya benzemesine izin vermekte cömertçe davranmıştır . Hatta o geceye katılmasam da bunların bize benzeyen en güzel şeyler olduğunu söyleyebilirim.
Belki de El-Bedr bu konuda yalnız değildir ve büyük, geniş ülkelerimizde onun gibi hem şiir hem de resim sanatında yetenekli birçok kişi vardır. Ancak onun aynı zamanda sanatı seven ve özellikle de şiire aşık olan bir halkın hafızasının temel oluşumlarından biri olduğu da kesindir.
El-Bedr şiiri günlük bir ekmek ve hoş bir şarkı haline getirdiğinde, özel sözlüğü ile onunla hayal kurabileceğimiz ve şarkılarını söyleyebileceğimiz beyaz bir dil ortaya çıkardığında onu çok daha ileriye taşımıştır.
Bu şiir gecesi ile ilgili ayrıntıları ve El-Bedr’in bu gecede söylemiş olduğu yeni şiirleri sabırsızlıkla takip ederken şair Prens’in açıklamalarına rast geldim ve her ne kadar açıklamasında yer verdiği 40 sayısının doğru olduğuna inansam da doğrusu şair Prens’in –Allah onu affetsin ve esirgesin- bu açıklamaları beni biraz üzdü.
21 Mart Dünya Şiir Günü’nün gecesindeki konuşmasında El-Bedr şöyle demiş: "Ben Suudi Arabistan’dan geliyorum. Hobim resim çizmek, mesleğim ise şiir yazmaktır. 40 yıldan fazla bir süredir okunan ya da şarkı olup dillerde dolaşan Arapça şiirler yazdım ve bu yaştan sonra birisinin beni şiir yazmayı beceremediğim konusunda  ikna etmesi için artık vakit çok geç. Bu gece sizlere şiirlerimi Arapça okuyacağım.”
Bu şiirsel satırları bir tartışalım. Her ne kadar gazete ve dergiler bu şiirsel satırları Prens’in açıklamaları olarak sunsalar da ben bunları şiir olarak görüyorum çünkü duyarlı ve hassas şairler, meyvelerinin ellerimizle dokunup onları koparacak kadar yakın olduğuna bizleri ikna etmek isteyen ağaçlar gibi şiirlerinin bizlere yakın olduğunu göstermek için bazen vezin, kafiye hatta ritimden vazgeçebilirler.
Birkaç yıl önce kendisi ile tanışma şerefine eriştiğim El-Bedr, UNESCO’nun kubbesi altında kendisini tanıttığı gibi kendisine prens yerine amatör bir ressam ve tam zamanlı bir şair olmayı seçmiştir.
Hepimiz onun resimlerinin renklerinin mesleği şairliğe uzandığını biliyoruz. Sevenleri –ki ben de onlardan biriyim- son derece dürüst ve hassasiyet dolu bir tanımla El-Bedr’in kelimeleri resmettiği konusunda  hemfikirdirler. Yazdığı her yeni şiirde kendisini sevenlerden sadece çizdiği tabloları beğenmlerini değil kelimelerin gerçekten de çizilebildiğine, perdelerin pencereleri örtebildiğine, sevgilinin değil de zamanın geç kaldığına, ayrılan kişinin avucunun soğukluğuna, adımların tereddütlü atılabileceğine, bir gece masasına düşen yıldızı alarak  mavi mürekkepli bir kaleme dönüştürdüğüne inanmalarını ister.
Ey UNESCO’nun salonunda bulunan onu dinleyen beyler, evet, El-Bedr 40 yıl boyunca Fransız dostunuz Jean Cocteau’nun (05.07.1889\11.10.1963) istediği şeyi yapmıştır.
Cocteau şöyle der: Şairler hiçbir zaman beğenilmeyi istemezler. Bilakis diğerlerinin onlara inanmalarını isterler.
Ben de söylediği ve söyleyeceği her şeyde El-Bedr’i onaylıyorum. Ama Prens El-Bedr’in  yukarıda yer verdiğimiz ve benden uzun tefekkür saatleri çaldığını belki de şimdi öğrendiği  açıklamasında zikrettiği 40 yıl ifadesinin üzerinde uzunca durduğumu da belirtmeliyim. Onunla görüşen, tokalaşan ve konuşan ben bile – tam zamanlı işi olarak gördüğü- şiirde 40 yaşına ulaştığını hiç hayal etmemiştim.
20 yıl önce EL-Bedr’in 1973 yılında Suudi Arabistan Kültür ve Sanat Derneği Başkanı sonra da Suudi Arabistan Şiir Organizasyonu Başkanı olarak atandığını okumuştum. Yani bu fakirin doğduğu yılda El-Bedr, Kültür ve Sanat Derneği’nde resim çiziyor ve Suudi Arabistan’da şiirin kurumsallaşması için  çalışıyordu. Bunları düşünürken aklıma Taha Hüseyin’in şu kalıcı tespiti geldi:”Şair ve filozoflar hiç büyümeyen çocuklardır”.
Ey El-Bedr, 1960 Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanmış Fransız şair ve diplomatın:”Şairler çizdikleri tablolarla halklarının efendileridir” sözünde olduğu gibi çizdiğin güzel tablolarlar her daim  halkına karşı vefalı oldun. Bu Fransız şairin sözüne ben de şunu eklemek istiyorum: El-Bedr, sen küçücük yaşımızdan itibaren bizleri eğiten ve bugün hala kurak günlerimize hayat veren şiirlerin, divanların ve hayallerin prensi ve kasidelerin efendisisin.
Dünyada şiiri meslek edinmiş birkaç kişiden biri olmanın gururu kuşkusuz sana yeter.
Evet, Bedr bin Abdulmuhsin bir prens olmak yerine kendisi kadar hiç kimsenin iyi çizemeyeceği kalıcı şiirsel tablolar çizmeyi ve insanların kendisini sokakta durdurup onları aşktan uçuran bu tablolardan bahsetmesini seçmiştir.
Bir kez daha Jean Cocteau’a dönersek kendisi şunu da söyler:
“Şiir vazgeçilmezdir. Ama ne için olduğunu bilmiyorum”.
Cocteau’nun belki de  bilmediği bu birkaç şeyi sizlere ben söylemek istiyorum. Zira resim sanatının Batı kültüründe sahip olduğu konuma nazaran Cocteau’nun bu ilginç cümlesinde  şiiri kaldırıp resmi koymayacağı kesin olsa da kelimelerden doğan ve hayata gelmeye hazır olan bir gerçeğe dönüşen hayalin büyüklüğünü savunmama izin vermenizi istiyorum.
Çünkü inanın bu konuda; edebiyat ve şiir kültürümüzde kendisinin ve bu satırların yazarını sabaha kadar düşündüren açıklamada dediği gibi okunan ve şarkılara dönüşen şiirlerinin sahip olduğu yeri bilmenizi istediğim misafirinize hiçbir şekilde karşı çıkmayacağım.
Korkutucu, büyük, muazzam ve büyüleyici çöllerimizde yolu kısaltmak için –deli olmadan- kum taneleri ile konuşmaya ihtiyacımız vardır. Yine kaybolmamak için kafilelerin yollarını takip etmeye, kurak arazileri görüp onlara yağmur sularını sormaya, gökyüzüne bakarak göklerin rabbine başakların ne renkte olduğunu sormaya ihtiyacımız vardır.
Ardından bu tam zamanlı şairimiz ve mavi süvarimiz ortaya çıkarak bütün bu tabloları birkaç satırda nazmeder ve çöllerde aradığı sevgilisi için bir şarkıya dönüştürür. El-Bedr bu tabloları şöyle tasvir eder:
Çöllerdeki kumlar kafilelerin yolunu bilir mi
Kurak araziler başakların rengini bilir mi !
Sevgilim, insanlar senin güzelliğini
Güneşi ve gece ne zaman doğacağını bilirler mi!
Belki de çizmiş olduğu 36 tablonun önünde uzun uzun durmuş olabilirsiniz ama bizler 40 yıldır onun müzisyenler için yazdığı tabloları okuyoruz. “Bana sevgi ver”, “susma zamanı”, “bir yıldız ve ırmak karşısında”, “küçük kız yağmurun altında koşmadan önce” adlı şarkılar; bir sesin tek başına bir düşünceyi bütün dünyaya yayma gücüne sahip olduğunu ilk  iddia eden–sınırlı bilgime göre-  hatta Mohammed Abdu’yu buna ikna eden, ülkemizde “ikinci buluşma” adındaki eşsiz müzik tablosunun sahibi  merhum Talal Maddah’ın bütün sevenlerini gülümsetmeye yeten şarkılardır.
El-Bedr’in tablolarının önünde sessizce durduğunuz zaman bizlere ulaşmayan ya da sevgilinin görmezden gelmeyi seçtiği mektupların şarkılarını hep birlikte söylemeyi öğrettiğini unutmayın.
 Sizlere “Geceleri geçtiğin yerlerden bahçelerin kokusu yükseliyor” şarkısından bahsetmek ya da “Sönmeyen közler” veya bir bedeviyi anlatan “sabır ve kararlılıkta kara dağlar gibiyim” şarkılarının kaç kez söylendiğini anlatmak için bu köşeden çok daha fazla bir alana ihtiyacım var.
Bu nedenle ey benim ve  güzel olasılıkların efendisi El-Bedr; Allah aşkına kalk da şiir olarak çizdiğin ve “keşke sokaklar tesadüfen ikimizi bir araya getirse” adını verdiğin o ünlü tablonu sen anlat.
Sen sadece bir divanın sahibi değil gizlice balkonlara giren, perdelerden kaçabilen, Arap dünyasının bir ucundan diğer ucuna seçkin bir zevkle her aşık ve sevgilisinin terennüm ettiği o müzik parçasısın.
40 ya da daha fazla bir süredir ülkemizin “olağanüstü elçisi” olarak tanımlayabileceğimiz şair Prens hakkındaki bu satırları yazarken harflerimin sesinde bir kısıklık hissediyorum.
UNESCO’daki son şiir gecesinde okuduğu“sekize çeyrek kala” şiiri beni benden aldı. Ey zengin bir yaratıcılığa sahip usta sanatçı, perdeler hala senin için iniyor. Hala mavi kandiller için söyleyip sevenlerine iltifat ediyorsun:
Vallahi odalarımız sıcaktır
Yıldırımlara
Fırtınalara
Yağmurlar altında
Boşalan yollara
Kapalı pencereleri ve perdeleri vardır.
Ey gece yağmuru
Ne istiyorsun
Neyi arzu ediyorsun söyle
Bu şiirin bitmesini mi istiyorsun?
O zaman aşıkların vuslat bağını koparmadan
Yavaş yavaş da olsa yağmaya devam et
Senin sevgi denizinin vuslatında  ve baharın her başlangıcında şiirinin aşkında boğulmayı seçmekten başka bir şansım var mı? Nerede olursan ol ey emsalsiz sanatkar seninle kelimelerin değeri ve harflerin anlamı artmıştır!