Fayez Sara
Suriyeli gazeteci-yazar
TT

Gerçeklikten kopuş

Neredeyse tüm dünya Esed rejiminin gerçeklikten koptuğu konusunda hemfikir. Bu, temsildeki önemine rağmen sadece rejimin başındakinin değil, rejim teşkilâtındaki ve farklı kurumlarındaki diğer liderlerin durumunda da kendisini gösteriyor. Bu durum özellikle de son yıllarda siyaset, güvenlik ve askerî kurumlarda etkin ve bariz rol oynayan isimler için de geçerlidir. Gerçeklikten kopmaları, bu kimseleri de aynı şekilde gerçeklikten kopuk çözümlere ve politikalara yöneltti. Askerî güvenlik çözümü olarak gördükleri şey dışında herhangi bir çözümü reddettiler ve kurtuluşun imkânsız olduğu kapsamlı bir yıkıma sürükleyeceğini bile bile bunda takılıp kaldılar. Böylece güvenlik operasyonları, kimyasal kıyımlar, varil bombaları, uzun süreli kuşatmalar ve tutuklamalar yoluyla ucuz cinayeti yaydılar. Bu, Suriyelilerin açıktan açığa bir cinayet ve açlıktan ölmesine yol açtı. Bu ölümlere ilaç ve tıbbi bakım yokluğu kadar işkence ve intikam cinayetleri de sebep oldu.
Güvenlik-askerî çözüm seçenekleri, Esed rejimine birtakım politikalar ve ilişkiler dayattı. Bunların dışında hiçbir şey rejimin hayatta kalma hedefini ve Suriyelileri yeniden baba ocağına döndürme çabasını gerçekleştiremezdi. Bunun sonucunda İran ve Rusya’ya tam anlamıyla bağımlı hale gelindi. Hatta rejimin hayatta kalmasından en çok faydalananlardan biri olarak İsrail’e de ayak uyduruldu. Rejim herkese Suriye’nin egemenliğinin her bakımdan ihlali ile yazılı bir anlaşma veya örf halini alan tüm siyasi, ekonomik ve askerî-güvenlik kazanımlarını elde etme izni verdi. Baştaki de dahil olmak üzere rejimin özelliklerinden olan gerçeklikten kopma hali olmasaydı tüm bunlar yaşanmazdı. Durum daha sonra çeşitli derecelerde İranlılar ve Ruslara da uzandı. Mollalar rejiminin durumunda bu kopuşa ilk örnek, rejimlerinin yaşadığı siyasi krizleri görmezden gelmeleri, İranlıların ekonomik-toplumsal gerileme haline göz yummaları ve Tahran’ın harekete geçirdiği savaşlar ve çekişmelerin yaşandığı Suriye, Lübnan ve Yemen gibi ülkelere milyar dolarlar sarf etmeleridir. İki ülke arasında fark bulunmasına rağmen Suriye meselesine karşı benimsenen tutum konusunda Moskova rejimi ile Tahran rejiminin benimsediği yol neredeyse aynı. Nitekim hem Rus mafya sisteminde siyasi bir krizin varlığı kendini gösteriyor hem de rejimleri Suriye’nin halkalarından birini oluşturduğu şiddetli müdahalelere dalarken Rusların çoğunluğu sosyo-ekonomik koşullarda gerileme yaşıyor.
Bununla beraber Suriye’de gerçeklikten kopma olgusu, sadece rejimin ve onun İranlı ve Rus müttefiklerinin tavrına egemen olmuş değil. Zira bu olgu Suriyeli seçkinler arasında, özellikle de genel durumla ilgilenen siyasi muhalifler, silahlı grup liderleri ve sivil ve yerel toplum kuruluşlarındaki eylemciler arasında da kendini gösteriyor. Bu, Esed ailesinin babadan-oğula yönetim devrinde kutsanan dikta ve nefret ettirme politikasının doğal bir sonucudur. Suriyelilerin devrimi, ortaya çıktığı ilk anlarda esaretten ve gidişattan çıkmak için gösterilen belirgin bir çabanın ifadesinden başka bir şey değildi. Ancak çatışmaların ve peş peşe gelen hasarların şiddeti ile birlikte sürenin de uzamasıyla rejim ile devrim yapanlar arasındaki farklılık çemberleri daralarak yakınlık artmaya başladı. Bu esnada her birinin yapısı ve sloganları konusunda arada fark olduğu da ilan edilmeye devam etti.
Bu değişimin en önemli belirtileri devrim geçişlerinde görülebilir. Başlangıçta barışçıl olan devrimin silahlı bir eyleme dönüşümü de bu geçişlere örnektir. Bu noktada işaret edilen şey, silah taşıma düşüncesinin, silah taşıma amacına ilişkin ölçü ile örtüşmemesidir. Bu ikisi arasında bazılarının önemsemeyeceği farklar bulunmaktadır.
Ordu, kendini savunma düşüncesini aştı. En başarılı olduğu alanda rejimi yenilgiye uğratmak ve Suriyelileri kandırarak ya da zorla bu alana çekmek için mümkün olan çabayı harcamak ise hedef haline geldi. Aynı bağlamda etnik, dinî ve mezhep bağlılıklarının farklılığına rağmen tüm Suriyelilere ait olan bu devrim, mezhep merkezli bir karaktere büründürüldü. Mart 2011’de ilk özgürlük çığlıkları atıldığında Esed rejimi de bunun altını çizmeye ve ispatlamaya çalışmıştı.
İşaret edilmesi gereken bir diğer belirti de şudur: Suriyeliler, rejim ile kopma ve ayrışma oluşturan yeni biçimler olarak yerel konseyler ve koordinasyonlar üretmede muazzam bir yaratıcılık gösterdi ve siyasi içerik, diktatörlük ve çoğulculuk arasındaki fark ile idari bürokrasiden yerel toplumları yönetmede demokratik biçime geçişteki yönetim tarzını barındırdı. Bunu çekişmeler izledi ve bu, koordinasyon tecrübesinin ikinci plana atılmasına ve meclis tecrübesinin farklı içeriklerinden boşaltılmasına yol açtı.
Üzerinde durulması gereken bir diğer belirti de Suriyelilerin işten el çekerek sadece lafa başvurmasında görülebilir. Bu, Suriyelilerin yalnızca istekleri konusundaki sessizlik bariyerini değil, rejime karşı mücadelede köşeye çekilme ve eylemsizlik bariyerini de kıran devrim ruhunun doğurduğu şeye aykırıdır. Nitekim gösterilerde, oturma eylemlerinde, yardım ve destek faaliyetlerinde somutlaşan bu ruh, Suriyelilerin neredeyse gözden kaybolan bir eylem biçimine dönüştü. İdlib ve çevresi haricindeki diğer yerlerde de bu durum yerini lafa bıraktı. Bu davranışın en çok göze çarptığı yerlerden biri de sosyal iletişim siteleri oldu. O kadar ki bu siteler, adeta Suriyelilerin mücadele meydanı haline geldi.
Genel belirtiler, genel içeriğe işaret eder. Bununla birlikte en önemli siyasi ve silahlı muhalif grupların ve bunların bazı sembol isimlerinin Suriye meselesinde süren büyük gelişmeler ve olaylar karşısındaki tutumlarında daha ince ve özel örnekler göze çarpabilir. Bunların bir kısmına hızlı bir şekilde göz atalım:
Neredeyse dokuz yıl geçmesine rağmen iki siyasi muhalif yapı olan Ulusal Koalisyon ile Koordinasyon Kurulu, önceki aşamaya dair ciddi bir inceleme yaparak bir sonraki aşama için bir eylem planı hazırlamadı. Belki daha da kötüsü bazı muhalif tarafların Suriye meselesi ve Suriyelilerden yüz çevirmesidir. Nitekim ne şu an İdlib’teki savaş ne de Suriyeli mültecilerin Türkiye’den göç ettirilme çalışmaları, Ulusal Koalisyon’dan kayda değer bir ilgi gördü. Bu birçok örnekten yalnızca biri.
Sahada yaşanan olaylar ve gelişmelerin gözler önüne serdiklerine rağmen silahlı oluşumlardan bir tanesi bile bu çalışmalara ve önceki aşamadaki sonuçlarına dair bir incelemede bulunmadı. Bunların çoğu sahada aldıkları yenilgilere rağmen şeklî varlıklarını korudu. Sanki mevcut çatışmada yeniden görevlendirilmeyi bekliyorlar. Bu oluşumlardan bazısı da Türkiye’nin Suriye politikasının araçları haline geldi.
Seçkinlerin bozulduğu gerçeği, siyasi ve silahlı muhalif gruplarla sınırlı kalmayıp müzakere organlarına dek uzandı. Nitekim ‘Müzakere Kurulu’ sanki yapacak bir şeyi kalmamış gibi gölgeye çekilirken Astana heyeti kaybettiği meşruiyeti vermek için İdlib’de yaşanan Rus savaşına, son toplantıya gitti.