İlyas Harfuş
Lübnanlı gazeteci ve yazar
TT

Savaşlar ve kimsenin almadığı dersler

Bölgemizin tarihi; başarısızlıkla sonuçlanan maceralar, karar alımlarındaki dar görüşlülük ya da inat, popülerizm dalgasına kapılıp kitlelerin suyuna gitme politikası nedeniyle yaşanan, bedelini birbiri ardına gelen nesillerin ödediği ve hiç kimsenin ibret ya da ders almadığı olaylarla doludur.
Bölgemizin ve halklarının hayatı üzerinde geniş kapsamlı bir etki bırakan en dikkat çekici olaylardan biri de; büyük bir hezimet ile sonuçlanan, yarattığı korkuyu hafifletmek için “Nekse” yani büyük mağlubiyet adını verdiğimiz ve İsrail’in Kudüs ve Batı Şeria, Suriye’nin Golan Tepeleri ile Mısır’ın Sina bölgesini işgal etmesine yol açan 1967 Arap-İsrail Savaşı’dır. Araplar yarım yüzyıldan uzun bir süredir, bu topraklardaki işgalin sona erdirilmesi ve Golan Tepeleri’nin Suriye’ye geri verilmesi talepleri, bir Filistin devleti kurma çabaları ile halen bu savaşın izlerini silmeye çalışıyorlar. Mısırlılar ise, İsrail ile imzaladıkları barış anlaşmasından sonra Sina’yı geri almayı başardılar.
1967 Arap-İsrail savaşı, Arapların sonunu düşünmeden bu maceraya atılmasına neden olan o dikkatsiz kararın alınmasına yol açan hatalar hakkında çok şey yazıldı. Ancak eşi Nevzad es-Sati’nin hazırladığı ve *Şarkul Avsat gazetesininin bu hafta bazı bölümlerini yayınladığı Zeyd bin Şakir’in hatıratında yer alan ayrıntılar, bildiğim kadarıyla ilk kez gün yüzüne çıkan ayrıntılardır. Bu ayrıntıların önemi; Ürdün Kralı Hüseyin’e en yakın isimlerden biri olan ve Kral’ın, Cemal Abdunnasır’ı böyle bir savaşa sürüklenmenin tehlikeleri ve sonuçları konusunda uyarıp, savaşı engelleme çabalarına yakından tanıklık eden birine ait olmasından kaynaklanıyor.
Bu değerlendirmelerden tek bir sonuca ulaşılabilir. O da bu savaştan ve yıkıcı etkilerinden kurtulmak ne kadar mümkündü? Topraklarının büyük bir bölümünün kaybı ile sonuçlanan bu çatışmaya sürüklenmemiş olsaydı bugün Arap bölgesinin durumu nasıl olurdu? Şüphesiz İsrail’in niyetlerini ve emellerini inkâr edemeyiz ama dönemin Arap liderlerinin de kendisine bu fırsatı altın bir tepside sunduğunu görmezden gelemeyiz.
Zeyd bin Şakir hatıralarında; Abdunnasır’ın kendisinin de savaş konusunda çok hevesli olmadığını ama halkın coşkusunun neden olduğu baskının siyasi kararlarına egemen olduğunu naklediyor. Kral Hüseyin’in; İsrail’in Suriye cephesinde gerilimi tırmandırarak Mısır’ı “tuzağa” düşürmesi, Mısır ve bölge için bir şey hazırladığı konusunda kendisine birçok kez uyarıda bulunduğu bilgisini veriyor. Kitapta yer verilen ve Abdunnasır’ın kararlarına egemen olan mübalağa ve gerçeklikten uzaklığı gösteren en dikkat çekici tutum ise şüphesiz, Ürdün Kralı Hüseyin’in Kudüs’ün kaderi hakkındaki kaygı ve endişelerini dile getirdiğinde kendisine verdiği karşılıktır. Kral Hüseyin’e eşlik eden Ürdün Genelkurmay Başkanı Amir Hamaş’ın naklettiğine göre Abdunnasır Kral Hüseyin’e, İsrail’in Kudüs’ü işgal etmeye kalkışması halinde şehri yıkacağını söyleyerek “Onu başlarına yıkıp dümdüz ederim” demiş. Peki, bu boş tehdidin izleri, bugün Kudüs’ün neresinde?
Ancak hala yanıtlanması gereken soru şudur: Ürdün ve bölgeyi bekleyen felaketi bildiği halde Kral Hüseyin’i savaşa girmeye iten sebep nedir? Ürdün Kralı savaşa katılmaması halinde savaşın ülkesi üzerindeki sonuçlarından korkuyordu. Dolayısıyla savaşa katılmasına da 2 şey neden oldu.
Birincisi; Mısır ve Suriye basınının, Batı’nın bölgedeki çıkarlarına uyum sağladığı suçlaması ile Ürdün ve kralına çizip dayattığı imajı silme isteğidir.
İkincisi ise; Mısır liderliğinin, savaşın daha ilk saatlerinde Mısır ve Suriye hava kuvvetlerinin aldıkları büyük darbeleri gizlemesidir.
Kral Hüseyin’e ulaşan bilgiler, İsrail uçaklarının %75’nin yok edildiği şeklindeydi. Buna dayanarak Mısır Genelkurmay Başkanı Abdülhakim Amir, Ürdün’deki operasyonlara komuta edecek olan Abdulmünim Riyad’tan (Abdunnasır ve Kral Hüseyin arasındaki anlaşmaya göre) Ürdün kuvvetlerinin savaşa katılmasını talep etti.
1967 Arap-İsrail savaşına katılan Arap liderlerinin tümü kendilerini bekleyen kaderi, İsrail’in askeri güç yönünde kendilerinden ne kadar üstün olduğunu biliyorlardı. Filistinlilerin 1970 yılındaki “Kara Eylül” olaylarının ardından kendisine suikast düzenledikleri Ürdün başbakanı Vasfi Tel’in uyardığı gibi İsrailli liderlerin Arapların yenilgisinden “Büyük İsrail” hayallerini gerçekleştirmek için nasıl yararlanacaklarını biliyorlardı. Daha önce de söylediğimiz gibi Abdunnasır savaş konusunda hevesli değildi ama Mısır ve Arap halklarının isteklerine ayak uydurma, kendisine yakıştırdıkları beklenen ve yenilmez “ulusal kahraman” imajına göre hareket etme arzusu ile Sina’da konuşlanmış bulunan uluslararası güçlerden bölgeyi boşaltmalarını talep etmek ve Tiran Boğazı’nı İsrail gemilerine kapatmak gibi gerilimi tırmandıracak adımlar attı.
Kral Hüseyin’in savaşın sonuçları ile ilgili şüphelerini en çok ifade eden sözler, savaştan 2 gün önce askerlerine yaptığı konuşmadır: “Olur da savaş çıkarsa ki Allah’tan temennimiz, bizi bununla imtihan etmemesidir. Çünkü içinde bulunduğumuz koşullarda sadece Ürdün değil, bütün Arap ülkelerinin İsrail’le yüzleşecek gücü yoktur. Bu savaşın sonuçları da bütün Arap vatandaşlarının beklenti ve emellerinin aksine olacaktır.”
Macera burada sona ermedi ve Araplar bundan hiçbir ders almadılar. Irak’ın Kuveyt’i işgal etmesinin ardından yaşanan İkinci Körfez Savaşı’nda; Kral Hüseyin bu kez Saddam Hüseyin’i, Irak ve halkının maruz kalacağı tehlikeleri karşısında uyarmaya ve Kuveyt’ten geri çekilmeye ikna etmeye çalıştı. Abdunnasır’ın “Kudüs’ü başlarına yıkma” tehdidi gibi Saddam da; “Bush bize meydan okuyor. Bizler de onun ve güçlerinin dişlerini kırmaya kararlıyız” karşılığını vermişti. Bir başka görüşme sırasında ise; “Eğer savaş yaşanırsa onların cesetleri üzerinde yürüyüp başlarına basacağız” demişti. Bir Arap ülkesinde, bir kez daha gerçeklerden kopmuş bir lider görev başındaydı. Çevresindeki danışmanlar ise kendisine akıl ya da öğüt vermek yerine onu alkışlıyorlardı. Sonuç; 1967 yılındaki gibi Irak’ın tarihi bir hezimete uğraması, bir kez daha bölgeyi değiştiren ve 1990 öncesinden farklı bir siyasi coğrafya oluşturan ABD işgali. Kendisi için harcanan onca paranın ardından Irak ordusunun aldığı büyük darbedir. Buna ek olarak; İran’ın, Bağdat’ın kontrolü altındaki 4 Arap başkentinden biri haline gelmesi ile övünmesidir.
Bütün bunlar yakın dönemde yaşanan tarihi olaylardır, peki bugün neler oluyor? Genel Sekreteri Hasan Nasrallah, Hizbullah’ın füzelerinin İsrail’i yok etme gücüne sahip olduğunu iddia ediyor. Ekranların önüne dizilmiş “kitleler” ise bu sözleri coşkuyla destekleyip alkışlıyor ve bayrak sallıyorlar. Nasrallah 2006 yılında da aynısını yapmıştı. Sonuç olarak da; Beyrut’un güney banliyöleri, yollar, köprüler ve temel kurumlar gibi Lübnan’ın altyapısı büyük bir yıkıma maruz kalmıştı. Peki, sonra ne oldu? Hizbullah Genel Sekreteri çıkarak, ‘böyle sonuçlanacağını bilseydim savaşa girişmezdim’ açıklamasını yapmakla yetindi.
Bu itiraf; vaat ve tehditleri dolayısıyla aynı felaketin tekrarlanmaması için bir hesap sormayı gerektiriyordu ama buna cesaret edebilecek bir babayiğit var mı? Peki Araplar arasında savaş ve yenilgilerden ders alan var mı?