Selman Dusari
Suudi Arabistanlı gazeteci, Şarku'l Avsat eski genel yayın yönetmeni
TT

Lübnan, Hasan Nasrallah'tan daha büyüktür

Hasan Nasrallah, Lübnan’da uzun yıllardır mutlak otorite sahibi. Talimat veriyor ve verilen talimatları da yerine getiriliyor. Savaşa ve barışa karar veriyor. Ne rejim kendisini caydırıyor ne de devlet kendisine engel oluyor. Ülkesini krizin içine sürüklemek istediği zaman bunu yapıyor. Hiç kimse kendisine itiraz etmeye cesaret edemiyor. İran, kendisini yönlendirdiği zaman Tahran’ın taktiklerini uyguluyor. Bu taktiğin Lübnan’ın lehine mi aleyhine mi olduğuna bakmıyor. İran, Lübnan’a gözdağı veriyor ve Lübnanlıları ekonomik, politik ve sosyal açıdan cezalandırıyor.
Nasrallah, Suriye krizinde taraf tutuyor ve bundan dolayı tüm devlet sıkıntı çekiyor. Bu şekilde Nasrallah sadece devletin silahından daha güçlü bir silaha güvenerek değil, aynı zamanda tüm karşıtlarına gözdağı vererek diktatörlüğünü sürdürüyor. Hiç kimse sesini çıkartamıyor ya da karşı gelemiyor. Hizbullah’ın suikast yaparak cezalandırdığı rakipleri herkesin hafızasında mevcut değil mi?! Hizbullah, her zamanki gibi ana meselelerde devletten ayrı olarak hareket ediyor. Bu Lübnan’ın enerjisinin ötesinde, adeta bir yıldırıma karşılık geliyor. Tabii bunların felakete neden olan sonuçları Hizbullah ve taraftarları için önemli değil. Önemli olan Hizbullah’ın bu çatışmada –ki bu çatışma geniş çaplı bir savaşa dönüşse bile- amacını gerçekleştirmiş olmasıdır.
Bu defa İsrail ve Hizbullah arasındaki çekişmelerin ardından başta Nasrallah olmak üzere Hizbullah ilk kez denklemin değişmesine şaşırdı. Rakiplere gözdağı vermenin etkisi yavaş yavaş sona erdi. “İslami Direniş” yalanına karşı Lübnan ve Arap bilinci, Hizbullah’ın 2006 yılındaki macerasının ardından çok değişti. Lübnanlılar, ülkelerini rehin alanlara ve yok etmek isteyenlere karşı ses çıkartmaya başladı. İşte Semir Caca, hükümeti “devlet dışındaki askeri ve istihbari stratejik karar” meselesini araştırmaya davet ederek pusulanın kaybedilmemesine çağırıyor.  Fuad Sinyora “Hizbullah, İsrail’in Lübnan’ın egemenliğine yönelik herhangi bir ihlaline karşı askeri karşılık verme yetkisine sahip olduğunu söylüyor. Hizbullah, Lübnan devletinin rolünün tamamen yok sayıldığı bir ortamda Lübnan’dan sorumluymuş gibi görünüyor” dedi. Hizbullah’ın devlet, Lübnan’ın ise devletçik haline geldiğine dikkat çeken Sami el-Cemil de “Bugün Lübnan halkına yönelik rencide edici ve yüz kızartıcı bir duruma şahit oluyoruz” ifadelerini kullandı.
Diğerleri sessiz kalmayı tercih ederken bu isimlerin ses çıkarttığı doğrudur. Fakat unutmamalıyız ki bu tarz söylemler yakın zamana kadar ihanet olarak görülüyordu. Popülizm yaygın, rasyonalizm yoktu. Hizbullah’a karşı sesini çıkartanların olması, Hizbullah’ın eylemlerinin mercek altına alındığı ve bu eylemlerin Lübnanlı oluşumlar tarafından reddedildiği anlamına geliyor.
Teslimiyete rağmen İsrail’in sadece Hizbullah’ın nüfuz sahibi olduğu bölgelere değil, aksine Lübnan’ın herhangi bir bölgesine yönelik saldırılarına da herkes karşı çıkıyor. Her defasında çıkarlar, herhangi bir oluşumun Lübnan’ı yeniden -2006 yılında olduğu gibi- hiç kimsenin nasıl sonuçlanacağını bilmediği plansız maceralara sürükleyecek şekilde Lübnan devleti adına hareket etmesinin asla uygun olmadığını ispat ediyor.
Lübnan hükümeti her defasında “Bu tarz çekişmeler ve boşuna yapılan çatışmalar Lübnan halkının mı yoksa sadece Hizbullah’ın mı yararına?” sorusuyla sorumluluk üstlenmeden durdu. Savaş ve barış kararının Hizbullah’ın bölgedeki Tahran stratejisinin dayatmasına göre manevra yaparak kullanacağı şekilde Nasrallah’ın elinde olması artık mümkün değildir. Muhalif çember, Hizbullah’ın rakiplere gözdağı vermesi nedeniyle mevcut olmasa da Lübnan’ın Hizbullah’tan daha küçük değil ve genişlemeye devam ediyor. Lübnan, devletin sırtına binen devrimi değil de vatandaşlarını ve çıkarlarını koruma konusunda tek yetki sahibi egemen bir devlete geri dönmeyi hak ediyor. Zira Lübnanlılar, tahribat ve yıkım dışında devrimin hiçbir faydasını görmedi.