Muhammed Ali Sekkaf
Yemenli yazar
TT

Savaş, Yemen'de halk hareketinin patlak vermesini erteledi

Bazı Arap ülkelerine halk hareketleri egemen oldu. Sudan ve Cezayir, Irak ve şimdi de Lübnan’da protestocular attıkları sloganlar ile rejimin devrilmesini talep etti.
Bu protesto gösterilerinin, 2010 yılında Tunus’ta başlayan ve Arap Baharı olarak adlandırılan gösterilerin yeni versiyonu olduğunu söyleyenler oldu.
Peki bu yeni protesto dalgası bir ayaklanma mı yoksa toplumun sonrasında tekrar eski haline döneceği bir patlamadan mı ibaret? Yani Samir Amin’in “Mısır Devrimi” adlı kitabında Mübarek rejimine karşı protestoları nitelediği gibi bu protestolar da bir halk hareketinden daha fazla devrimden daha mı az?
Yoksa bu halk hareketleri; bu kez rejimin devrilmesi talebi ile yetinmeyip siyasi seçkinlere karşı masayı devirmeyi ve yeni kavramlara dayanan yeni bir siyasi sistem inşa etmeyi hedefleyen tam anlamıyla gerçek bir devrim mi?
Fransa’daki “Sarı Yelekliler” gibi bazı Batılı ülkelerinin şahit olduğu halk hareketlerini Lübnan, Irak ve Cezayir’de tanık olunanlar ile karşılaştırmak mümkün mü yoksa bunlar doğaları gereği o ülkelerde yaşananlardan farklı mı?
Yemen örneğinde; 1990 yılındaki birleşmeden önce Güney Yemen ile Yemen Arap Cumhuriyeti arasındaki silahlı çatışmalar 2 ülke ilişkilerinin en önemli yönünü temsil ettiler. Güney’deki halk hareketi ise 1994 yılındaki savaşın yansımalarına bir tepki olarak başladı ve Aden kentindeki meydanları doldurarak geniş bir kitlesel hareket şeklini aldı. Daha sonra da bütün Güney şehirlerine yayıldı. Bu hareketin ilk taleplerinden biri; 1994 savaşında Güney güçlerinin yenilgiye uğramasından hemen sonra Cumhurbaşkanı Ali Abdullah Salih’in kararı ile terhis edilen çok sayıda ordu ve güvenlik güçleri mensubunun iade edilmesiydi.
Sivil toplum kuruluşları ile “Evde kal grubu” diye adlandırılan Güneyli kadroların katılımı ile bu ilk talepler genişledi. Bu kadrolara söz konusu adın verilmesinin nedeni; işten çıkarılıp evlerinde oturmaya mecbur bırakılmalarına karşın kendilerine maaş ödenmesiydi. Birkaç yıl barışçıl bir biçimde devam eden bu halk harektine “Güney hareketi” adı verildi. Şahsen 2007’de Güney’de yaşananların aslında belirli bir özgünlüğe sahip sözde Arap Baharı’nı ateşleyen kıvılcım olduğunu düşüyorum. Bunun 2 nedeni var: Birincisi; temel bileşenini Güney ordusu ve güvenlik güçlerinden terhis edilenlerin oluşturması ve bunların elinde silah olmasına karşın barışçıl bir halk hareketi olarak kalması.
İkincisi; protestocuların taleplerinin başlangıçta hukuki iken daha sonra siyasi taleplere dönüşmesi. Bu siyasi talepler ise Devlet Başkanı Salih’in rejiminin devirmeye değil Kuzey ve Güney arasındaki birlik bağını çözmeye odaklanmıştı.
Sana’daki Salih’e muhalif partiler bu nedenle Salih’in politikaları nedeniyle Güneylilerin maruz kaldığı haksızlıkların ortadan kaldırılması taleplerini desteklemekle yetinip ayrılık taleplerini kabul etmememişlerdi.
Tunus ve Mısır’da sözde Arap Baharı’nın başlamasının ardından Sana Üniverstesi öğrencilerinin başlattığı devrim, bu halk hareketinin son aşamasını temsil etti. Protestocular, Devlet Başkanı Salih’in rejiminin devrilmesini talep ettiler. Mısırlıların Mübarek’in yönetimi oğluna bırakması düşüncesine karşı çıktıkları gibi Salih’in de yönetimi büyük oğluna bırakma girişimine karşı çıktılar.
Hem Mübarek hem de Salih, Hafız Esed’in ölümünün ardından yerine oğlu Beşşar’ın geçtiği Suriye modeli gibi yönetimi çocuklarına miras bırakmak istediler ama bunda başarılı olamadılar.
Güney Yemen’de halk hareketi, birliğin başarısız olması ve 1994 savaşının yansımaları nedeniyle patlak verdi. Sana’daki öğrenci devrimi ise Mısır ve Tunus’taki Arap Baharı devrimlerinin bir uzantısıydı.
Bu devrimler, özgür ve şeffaf seçimler olup olmadıkları bir yana vatandaşlar tarafından seçilmiş meşru rejimlere karşı gerçekleştiler. Sudan, Cezayir, Irak ve Lübnan’da başlayan halk hareketleri için de aynı şeyi söyleyebiliriz.
Sudan’da el-Beşir rejiminin devrilmesinden sonra muhalefet ile ordu geçiş sürecinde ülkeyi birlikte yönetme konusunda uzlaştı. Cezayir’de Abdulaziz Buteflika rejimi devrilse de devam eden protesto gösterileri 33’üncü haftasına girdi. Halk hareketi, orduyu seçimlerin Cezayir anayasasının maddelerine göre belirlenen takvimde yapılması kararından vazgeçiremediği için protestolar düzenlemeye devam ediyor.
Hükümetin değişmesini ve rejimin her yanını kaplayan yolsuzlukla mücadeleyi talep eden Irak protesto gösterileri, rejimin doğasında önemli değişikliklere gerçekleştiremeden yerinden sayıyor. Şimdiye kadar yüzlerce kişi bu protestolarda hayatını kaybetti. Yakın bir zamanda eski başbakanlardan Haydar İbadi, BBC kanalının kendisi ile gerçekleştirdiği röportajda, kendi döneminde değişimlerin gerçekleşmemesine gerekçe olarak; Irak’ın o dönemde temel olarak terör ve özellikle de DEAŞ örgütü ile savaşa odaklanmış olmasını gösterdi.
Bu noktada, sözde Arap Baharı’nın başladığı yer olan Tunus’un yukarıda bahsettiğimiz deneyimlerden farklı olduğuna işaret etmeliyiz. Aynı şekilde yeni Tunus Cumhurbaşkanı Kays Said’in yemin etmesinin ardından mecliste yaptığı konuşmada söylediklerine de dikkat çekmeliyiz. Tunus halkının meşru araçlarla yeni bir konsepte sahip tarihi bir başarı ve gerçek bir devrim gerçekleştirmeyi başardığının altını çizen Kays Said şunu da ekledi: “Bu tarihi başarı, Tunus halkının meşruiyete saygı bağlamında rotasını değiştirebileceğini gösterdi.”
Arap Baharı’nın uzantısı olarak Yemen’de gençlerin başlattığı devrim, gençlerin arzu ettikleri sonuçları vermedi. Çünkü muhalefet partileri, kabile önderleri ve askeri liderler çok geçmeden kendisine egemen olmayı başardılar.
Devrimin başlangıcında gençler bütün iyi niyetleri ile, muhalif siyasi partilerin kendilerine verdiği desteğe ve devlet güvenlik güçlerinin vahşetine karşı Ali Muhsin el-Ahmar güçlerinin kendilerine sağladığı korumaya karşı bir bedel ödemeyeceklerini zannettiler. Bu destek ve korumaya karşılık, ordu ve kabilelerin gücüne dayanmayan siviller, bütün vatandaşlarının eşit olduğu bir devlet kurmak, yolsuzlukla mücadele vb. parlak sloganlardan oluşan devrimci taleplerinden vazgeçmek zorunda kalacaklarını düşünemediler.
Gençler ilk şoklarını; değişim talep eden protesto sırasında kadınları erkeklerden ayırmaya zorlandıkları, sözde İslamcı partilere bağlı Müslüman Kardeşler’in gençleri tarafından darp edilmeleri ve şiddete maruz kalmaları ile yaşadılar.
Ali Abdullah Salih rejiminin devrilmesinden sonra yardımcısı Abdurabbu Mansur Hadi, seçimlerle iktidara geldi. Bununla yeni bir dönem ve mutlu bir Yemen umutları tekrar canlandı.
Siyasi ve sosyal bileşenleri, partileri, sivil toplum kuruluşlarını ve çeşitli ulusal şahsiyetleri bir araya getiren Ulusal Diyalog toplantılarının düzenlenmesi ile bu iyimserlik hali güçlendi. Yaklaşık 1 yıl süren yorucu görüşmelerin ardından ulusal diyalog kararlarına ulaştılar. Kararlaştırılan federal devlet için yeni bir anayasa taslağı hazırlamaya karar verdiler.
Ancak bütün bunlar Husilerin meşru yönetime karşı gerçekleştirdiği darbe nedeniyle hayata geçirilemedi. Darbenin ardından Cumhurbaşkanı Abdurabbu Mansur Hadi’nin talebi ile Suudi Arabistan ve birkaç Arap ülkesinden oluşan koalisyon müdahalede bulundu. Husilere ve İran’ın bölgedeki yayılmacılığına karşı savaş başladı.
Koalisyon, İran’ın bölgedeki yayılmacılığını durdursa da meşru yönetim Husilerden kurtarılan bölgeleri halen onların kontrolü altında olan bölgeler için cazip bir modele dönüştüremedi. Bu bölgelerde sağlık, elektrik, su, eğitim vb. alanlarda temel kamu hizmetlerini sağlayamadı.
Sorun bununla da sınırlı kalmadı. Yolsuzluk oranları arttı ve ordu komutanları, kabileler ve partiler meşru yönetimdeki etkilerini arttırdılar. Ülke savaş durumunda olduğu için sıradan vatandaşlar protesto düzenleyip meşru haklarını talep edemez hale geldiler. Diğer bir deyişle Sudan, Cezayir, Irak ve Lübnan’da yaşanan deneyimlerin aksine Yemen’de savaş, halk hareketinin patlak vermesini erteleyerek bir nevi meşru yönetime hizmet etmiş oldu.