Fuad Matar
Lübnanlı gazeteci, araştırmacı yazar.
TT

Gelecek düşmanlıklara ve intikamlara hazırlıklı olmak gerek

İran çok sayıda şehrinde iki hafta boyunca yaşananlar, İran’ın desteklediği, himaye ettiği taraflara etkileri yönünden hazırlıklı ve tedbirli olmayı gerektiriyor.
Bu tarafların başında da ilkesel olmaktan çok çıkarcı bir ittifak oluşturan iki kanadı ile Lübnan’daki siyasi yelpaze geliyor ki bunlar:
Müslüman Şii Hizbullah ile Hristiyan Maruni Özgür Yurtsever Hareketi’dir.
Maruni  kanadına halihazırda Cumhurbaşkanı olan Mişel Avn, Şii kanadına Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah’ın liderlik ettiği bu yelpaze, bir kilisede imzalanan mutabakat ile müttefik olmuşlardı.
Bu ikisinin yanısıra Filistin’de saha olarak kendisine Gazze Şeridi’ni seçerek onu ele geçiren İslami Cihad Hareketi ile Hamas Hareketi’nin temsil ettiği Filistin yelpazesi de var.
Hazırlıklı ve tedbirli olmak gerektiğini söylememizin nedeni, 3 hafta önce Tahran ve birçok İran şehrinde patlak veren protesto eylemlerinin aslında rejimin uzantılarına cömertçe sağladığı yardım ve desteğin İran halkında uyandırdığı birikmiş öfkeyi ifade etmesidir.
Dolayısıyla her ne kadar Dini Lider Hamaney, bu eylemleri küçümseyip kendisini politik değil bir güvenlik meselesi olarak tanımlasa ve Cumhurbaşkanı Ruhani sanki hiç yaşanmamış gibi davransa da bu eylemler, önlem almayı gerektiriyor.
İran rejimi, dış uzantılarının bölgede ulaşmayı arzu ettiği liderliğin dayanaklarını teşkil ettiğini düşünüyor.
Bu uzantıların yanısıra nükleer silah elde etmekteki kararlılığı ile bu hayalinin gerçeğe dönüşeceğine inanıyor. İşte bu nükleer silah elde etme eğilimi ve dış uzantılarına cömertçe yardımlarını sürdürmekte ısrarı rejimi, ABD’nin yaptırımlarının etkisi ile daha da kötüleşen halkın sorunlarına gereken önem ve ilgiyi göstermekten alıkoydu. ABD yaptırımlarının hedefinde her ne kadar halk değil rejim olsa da bundan zararlı çıkan halk oldu.
Rejim başlangıçta halkın sorunlarının nedeni olarak ABD düşmanlığı kartını kullandı. Halkın, İran gibi küçük bir ülkenin dünyanın süper gücüne meydan okumasından gurur duyacağını düşündü.
Rejimin önde gelen isimleri ABD ve Başkan Donald Trump hakkında ne karın doyuracak, ne de susuzluğu giderecek veya arabaların depolarını benzinle dolduracak söylevler çektiler. Ancak İranlılar, Rehber'in 14 Haziran 2019’da Tahran’ı ziyaret eden Japonya Başbakanı Şinzo Abe’ye yanıtını duyduklarında büyük bir düşkırıklığı yaşadılar.
Japonya Başbakanı, Rehber’e Başkan Trump’tan bir mesaj taşıyordu. Bu mesaj da Trump, ABD yönetimi ile İran rejimi arasındaki gerilimi azaltmayı istediğini belirtiyordu. Ancak Rehber Hamaney bu mesaja, İran halkını hayalkırıklığına uğratan bir yanıt verdi.
Oysa İran halkı rejimin, geçen on yıllar içinde ABD’ye meydan okumasının acısını çeken bir devletin lideri olarak Japon arabulucunun sözlerini dikkate alacağını düşünüyordu. Bu Asya ülkesi, iki acı sembolüyle (Japon uçaklarının ABD’nin askeri üssüne düzenledikleri saldırıya karşılık ABD’nin atom bombası attığı iki Japon şehri) geçmişin yaralarının kapanmasıyla kendini yeniden inşa etmiş, dünyanıın ekonomi, teknik ve elektronik alanındaki önde gelen devletlerinden biri olmuştu. Bu yüzden Abe’nin girişiminin sonuç verebileceği umudunu taşıyorlardı.
Ancak görünen o ki İran rejimi, durumu bu şekilde okumadı. Japonya Başbakanı, Tahran’dan üzgün ve Dini Lider’in Trump’ın mesajına verdiği yanıttan şaşkın bir biçimde ayrıldı. Zira Dini Lider, şu karşılığı vermişti: “Trump’ın  görüşmeye uygun biri olduğunu düşünmüyorum”.
Yeni bir formda başlayan son ayaklanmadan önceki İran’da durum bu şekildeydi. Başkan Trump yönetimi tarafından aşamalı olarak daha katı hale getirilen yaptırımlara karşılık rejimin de ABD’ye karşı söylemleri sertleşiyordu.
Dış uzantılarına verdiği destek artıyordu. Yemen’de her tür nesnel anlaşmaya karşı çıkıyordu. Irak’ın rolünü ve egemenliğini geri kazanmaya çabalarına karşı çıkıyordu. Suriye’de yayılmacı politikalarından vazgeçmiyordu. Ülkenin ulusal kararı üzerindeki kontrolünden vazgeçerek Suriye krizinin çözümüne herhangi bir katkıda bulunmaktan kaçınıyordu. Osmanlı telleri ve Rus askeri üsleri ile kuşatılması yetmezmiş gibi bu Arap ülkesini bir de Fars zincirleriyle bağlamıştı. 
Öyle ki Suriye, kendisini kontrol etmek ve el koymak isteyenlerin üsleri tarafından gasp edilen bir ülkeye dönüştü.
Bütün bunlar olurken İran vatandaşları, rejimin halkın geniş kesimlerinin yaşadığı zorluklara, rejimin dış politikalarının ve ABD yaptırımlarının sonucu olan ağır baskıya sunduğu çözümleri şaşkınlıkla izliyordu.
Bazı Arap ülkelerinde ve özellikle de İran rejiminin silah ve hitabetten güç alan kollarının bulunduğu ülkelerde yaşanan halk hareketlerini ilgiyle takip ediyordu.
Devlet içinde başka bir devletin varlığının yarattığı çelişkilerden, yolsuzluktan, halkın ve ülkenin kaderiyle oynayan politikalardan muzdarip Lübnanlıların kendilerini ifade etmek için kullandıkları yöntemi kullanmak istiyordu. Lübnanlılardan aha çok acı çeken Iraklıları takip edip onlar gibi ayaklanmak istiyordu.
Neden o da, Lübnan halk hareketinde olduğu gibi gece gündüz olayları nakleden ve yaşadıkları kötü şartları anlatan televizyon kanalları olmadığı için biriken öfkelerini başka yöntemlerle ifade eden Iraklılar gibi yapmıyordu ki?
Neden Araplığını ve ülkesinin egemenliğini vurgulamak için mezhepsel bağnazlığı aşan Iraklılar gibi harekete geçmiyordu? Yolsuzlara, şu veya bu parti, akım, hareket ve bloğa karşı seslerini yükselten Lübnan’daki kardeşleri gibi seslerini yükselten Iraklıları taklit etmiyordu?
Lübnan’daki gibi gerçekleri nakledecek televizyon kanallarının olmaması İranlıları durdurmadı. Öfkelerini serbest bıraktılar. Kutsal ve dokunulmaz olan liderlerin posterlerini yakıp bankalar ve polis merkezlerine saldırırak tabuları hedef aldılar.
Kadın erkek herkesin katıldıığı halk hareketlerinde tam bir bir bilinç ile (Kerbela’da Iraklı kardeşlerinin yaptığı gibi) manevi şehirle diğer şehir ve kentleri birleştirdiler.
Çünkü bu şehirlerde yaşayan İran vatandaşları, OPEC içerisinde önemli bir konuma sahip İran’ın nasıl bu duruma düştüğünü açıklamakta zorlanıyorlar. Yine OPEC’in önemli bir üyesi olan ancak inatçı politikalarını sürdürmeyi ve halkına onurlu bir yaşam sağlamak yerine mağrurca despotizmi seçen Venezuela gibi ülkelerinin tükenmiş olduğuna inanmakta zorlanıyorlar. Benzin almak çin saatlerce sırada bekledikleri yetmezmiş gibi bir de %300 zam yapıldığına inanamıyorlar.
Bilhassa sabırları tükenmiş ve dayanacak güçleri kalmamışken yapılan bu zam ile bir Arap şairine ait şu beyitin özetlediği duruma düştüler: “Çölde sırtında su taşırken susuzluktan ölmek üzere olan deve gibi”.
İşte bu noktada İran halkı patlama noktasına geldi. Bir zamanlar korktuğu için dile getiremediği yasakları dillendirmeye başladı. İran İslam Cumhuriyeti’nin finanse ettiği Lübnanlı kanadı, Filistin kanadının, Iraklı milis kanadının, kan kaybetmeye ve kaybettirmeye devam eden Suriye kanadının duygularını incitmemek için söylemekten kaçındıklarını açıkça dile getirir oldu. Kudüs’ü İsrail işgalinden kurtarmak için İran’ın yanında“direnen” grubun son üyesi Husileri kırmamak için koruduğu sessizliğini bozdu.
Korku duvarını yıkan, öfkesiyle silahlanarak sokağa dökülen, kasten rejimin sembolleri İmam Humeyni ve Rehber Hamaney’i hedef alan İranlılar, yaşadıkları sorunların nedenlerinden birinin de tek tek adlarını zikrettikleri dış uzantılara yapılan harcamalar olduğunu korkmadan dile getirdiler.
Bu da söz konusu uzantıların, bu tepkiyi dikkate alarak işbirlikçi bayrağını ulusal bayrak ile değiştirmeleri gerektiği anlamına geliyor. Çünkü halihazırda var olan rejim, enkazı üzerinde yükseldiği Şah rejimi gibi yıkılmaya ya da ortadan kalkmaya aday görünüyor. Bu gerçekleştiğinde ise yavaş yavaş veya hemen söz konusu uzantılardan intikam alma eylemlerine tanık olacağımız kesin.
Dolayısıyla ne kadar güçlü ve otoriter olursa olsun hiçbir rejim ilelebed ayakta kalamaz kuralına dayanarak rejimi değiştirmek isteyen İranlı taraflar, şimdiden buna karşı önlem almalıdır.
Olası düşmanlıklara, onları takip edecek ve Lübnan’da bazılarını hedef alabilecek intikam eylemlerine karşı tedbirli olunması gerektiğini bir kez daha belirtmek istiyoruz.
Bu dalga daha sonra yeni Suriye’ye, eninde sonunda da İran’a ulaşacak. Çünkü rejimin karizması bir kez çizildikten sonra gerçekleşmesi imkansız olan mümkün hale gelir.