Mervan Muaşer
Ürdün'ün eski Dışişleri Bakanı
TT

Yönetişim ve kaynakların idaresi için kapsamlı bir Arap yönetimine doğru

Arap devrimlerinin birinci dalgası, 8 Arap ülkesinde sonuçları büyük ölçüde değişken geniş protesto gösterilerine şahit oldu. Suriye, Yemen ve Libya’da bu devrimler, hala devam eden iç savaşlarla sonuçlandılar.
Fas ve Ürdün gibi ülkelerde kurumların yapısını radikal bir şekilde etkilemeyen veya aralarında dengeyi sağlamayan parçalı reformlara yol açtı. Diğer ülkelerde ise mevcut statükonun güçleri, karar alma mekanizması üzerindeki tam kontrollerini geri kazandı hatta geçmişte olduğundan daha otoriter oldu.
Tek başına Tunus, farklı bir yol izleyebildi. Bu yol, yetkili organlar arasında dengeyi sağlayan, insanların bireysel ve kolektif haklarını güvence altına alan, toplumdaki hiçbir bileşenin diğer bileşenler üzerinde nüfuz kurmamasını garantileyen yeni bir toplumsal sözleşme ile başladı. Fakat Tunus’taki demokratikleşme, ülkenin karşı karşıya olduğu büyük ekonomik ve sosyal sorunları henüz çözemedi.
Diğer Arap ülkelerinin halkları, Suriye, Yemen ve Libya’nın düştüğü duruma düşmek istemedikleri için birinci dalganın sınırlanmasıyla birçok Arap ülkesi, devrimlere ilişkin ulaşmış oldukları yanlış çıkarımları pazarlamaya başladı.
Yabancı bir atasözünün dediği gibi “odadaki büyük fil”den bahsetmekten kaçınmak için bunların propagandasını yaptı.
Sözgelimi, eşit vatandaşlık değerlerini teşvik eden kavramlar, bireysel ve toplu haklar, düşünce, görüş, din ve cinsiyette çoğulculuğa saygı gibi Arap dünyasında modern kaynak yönetimi araçları olmadığı öne sürüldü.
Arap ülkelerinin, bu değerleri koruyacak, bir grubun diğeri üzerinde baskı kurmamasını garanti altına alacak, verimlilik, yetenek, adil ve eşit fırsatlara dayalı sürdürülebilir kalkınmayı gerçekleştirecek, sağlam kurumlar inşa edecek gereçleri olmadığı iddia edildi.
Böylece devrimlerin, dış komplo yahut komplolar sonucunda gerçekleştiği söylemi ortaya atıldı.
Libya, Suriye ve Yemen halklarının, tamamen barışçıl bir biçimde otoriterliğe, yolsuzluğa, fırsat eşitsizliğine, sosyal adaletin yokluğuna karşı ayaklanmalarının ardından bu ülkelerin maruz kaldığı dış müdahaleler, buna gerekçe olarak gösterildi.
Bu müdahaleler, söz konusu ülkelerdeki yönetimlerin halklarına karşı açıkça şiddet uygulamaları ve ayrım yapmaksızın öldürmelerinden sonra gerçekleşmişti. Bunun yanısıra pazarlanan bir çıkarım daha vardı.
O da bu ülkelerde yaşananların kendisine özgü koşullarla ilintili bir istisnadan ibaret olduğu ve bölgenin bütününü kapsayacak biçimde genelleştirilemeyeceği.
Demokrasi kavramları ya da asgari ölçüde de olsa hukukun herkese uygulanması, karar alma sürecinin temelinin genişletilmesi, yolsuzlukla kurumsal mücadele birçok Arap hükümeti için sorunlu kavramlardır. Bunlar meydana gelen devrimlerin temel nedeni olarak ya tamamen görmezden gelindi ya da inkar edildi. Onların yerine finansal ya da parçalı reform paketleri sunuldu. Otoriterliğin kaos veya siyasal İslam’dan başka bir alternatifi olmadığı sloganı yinelendi durdu. Bu ikilinin insanları mevcut statükoyu kabul etmeye zorladığı çünkü tek alternatiflerinin boşluk olduğu, Suriye, Libya ve Yemen’de yaşananların da buna iyi bir kanıt oluşturduğu söylemi sürekli tekrarlandı.
Bu ikili, birçok toplumu ikna etmekte başarılı oldu ve 2013 yılından sonra Arap devrimlerinin birinci dalgası zayıfladı. İnsanlar evlerine geri döndü. Ama sorunları çözüldüğü ya da talepleri kabul edildiği için değil boşluk ve belirsizlikten korktukları için.
Bundan sonra Arap dünyası, yaşananlardan çıkarması gereken temel dersi kavrayabilirdi. Yani sorunun, gerek politik gerekse de ekonomik alanda sağgörülü bir yönetimin yokluğu olduğunu idrak edebilirdi. Ancak bu dersin çok az bir bölümü kavrandı.
Kaynak yönetimi ve gerekli sağlam kurumların inşası için temel çerçevelerin değiştirilmesi ihtiyacı resmi düşüncede kendine yer bulamamaya devam etti. Hatta insanların sokaklardan çekilmesi, Arap Baharı’nın yıkımdan başka bir şey getirmediği ve geri dönemeyeceği bir şekilde mağlup edildiğini deklare etmekte acele edilmesine neden oldu.
Politik, ekonomik ve sosyal sorunların çözülmemesi bir yana bunlara 2014 yılından itibaren bir sorun daha eklendi. Bu sorun, petrol varil fiyatlarının belki geri dönüşü olmayacak şekilde 100 dolar seviyesinin altına düşmesiydi. Bunun doğrudan sonucu olarak, petrol ithal eden ülkeler gibi petrol ihraç eden bazı ülkelerde egemen olan tek gelir kaynağına dayalı ekonomi gerilemeye başladı.
Bunun yanısıra sürdürülebilirliklerinin temeli olarak petrolden elde edilen gelirlere bağımlı finansal kaynaklara dayanan ekonomik ve politik sistemler için yeni sorunlar doğurdu.
Bugün Arap dünyası, birinci dalganın bir parçası olmayan dört Arap ülkesi Cezayir, Sudan, Irak ve Lübnan’da yeni protesto dalgasına tanık oluyor.
Bu dalga, öne sürülen eski gerekçeleri büyük ölçüde yenilgiye uğrattı. Protestoların, 22 Arap ülkesinden 12’sini kapsamasıyla Arap Baharı’nın sona erdiğini söylemek, yaşananların bir istisna ya da dış güçler ve komplo olduğunu ileri sürmek artık mümkün değil.
Yeni protesto gösterilerinin birinci dalgadan farkı ise siyasi olgunluğu, şiddete maruz kaldığında ve kalmaya devam ettiğinde bile barışçılığını korumaktaki kararlılığıdır.
Ancak ikinci dalgayı birincisinden farklı kılan en önemli özelliği, otorite ya da kaos ikilisini açıkça reddetmesidir.
Protestoların lisanı-ı hali, adeta otoriteye yeterince zaman tanıdığını ama otoritenin yaklaşımını, metodunu değiştirme konusunda gerekli ciddiyeti göstermediğini söylüyor.
Nitekim Lübnanlıların “hepiniz yani hepiniz” sloganı; yolsuzluk, işsizlik, borçlanma, karar alma sürecinde tekelleşmenin egemen olduğu mevcut statüko yerine sıfırdan başlamayı tercih eden bu protesto dalgasının hal ve davranış dilini özetliyor.
Bu ülkelerin halkları, yönetimin uzlaşmaz tavrına kimi zaman da baskısına rağmen büyük bir direniş örneği ortaya koydular.
Eskiyi parlak çözüm ambalajı içinde yeniden kendisine sunmaya çalışan alternatifler artık onları ikna etmiyor.
Bu yüzden Sudanlılar, Ömer el-Beşir rejiminin Askeri Konsey ile değiştirilmesini kabul etmediler ve taleplerini elde edene kadar direndiler. Cezayirliler, hala ordunun gözetimi altında düzenlenecek seçimleri reddediyorlar çünkü değişim yaratabileceğine inanmıyorlar. Iraklılar, verdikleri yüzlerce kurbana rağmen sokakları terk etmiyorlar. Lübnanlılar, yolsuz yapının olduğu gibi kalmasını sağlayacak eski formüllerin geri dönüştürülüp yeniden sunulmasını reddetmekte kararlılar.
Protestolar siyasi, ekonomik ve sosyal sorunları ele almak için kademeli ve ciddi bir sürece nasıl dönüştürülebilir?
Başlangıç noktası, eski araçların iflas ettiği ve iç barışı sağlama gücünü kaybettiğini itiraf etmektir.
Arap dünyası, 2011 yılında korkutma yöntemlerini (katı güvenlik önlemleri) kaybetti. 2014 yılından itibaren ise teşvik araçlarını (finansal güçlerini) yitirmeye başladı. Bunun yanında iç barışın sürdürülmesi için, karar alma sürecinin temelinin genişletilmesi, yasaların herkese uygulanması, verimlilik ve yeteneğe dayalı bir ekonomik sistemin benimsenmesi gibi yeni gereksinimlere ihtiyaç olduğu idrak edilmelidir. Çünkü eski denklemler, 21’inci yüzyılda artık sürdürülebilir değildir.
Yönetişim ve kaynakların yönetiminin acil ve kapsamlı bir Arap gözden geçirmesine ihtiyacı vardır. Ancak bu, toplumun tüm bileşenlerinin katıldığı kapsayıcı ve etkili fikri çerçevelere dayanan bir gözden geçirme olmalıdır. Hiç kimse boşluğu arzu etmez.
Ondan kaçınma yolları ise eski çerçeveleri değiştirmekten ve karar alma sürecine gerçek katılımdan geçmektedir. Zira değişim, zorlamayla değil ikna yoluyla gerçekleştiğinde daha yumuşak ve uyumlu, faydası da daha büyük olur.