Saddam Hüseyin ve Muammer Kaddafi dönemlerinin, Arap toplumlarının, özellikle de Irak ve Libya halklarının başından geçen tartışmasız en kötü dönemler oldukları varsayılmakta.
Zira birincisinin vahşetinden, tasfiyelerinden ve toplu katliamlarından Baas Partisi’ndeki arkadaşları bile kurtulamamışlardı. Oysa bu kişiler, yönetim dengelerinin sarsıldığı bir dönemde en önemli Arap ülkelerinden biri olduğuna şüphe olmayan Irak’ta kendisini iktidara taşımışlardı.
İkincisi yani Kaddafi, güzel, barışsever, hoşgörülü bir rejim olan Senusi yönetimini devirerek acınacak bir halde, başı sonu bilinmeyen bir Cemahiriye rejimi kurdu. Kendisi için “Yeşil Kitap” adında bir kitap hazırladı. Büyük Filistinli lider merhum Ahmed Şukeyri’ye göre bu kitap, ilkokul çocukları seviyesinde bile değildi.
Baas Partisi, Irak’ta ardı ardına 2 askeri darbe gerçekleştirmişti. İlki 1963 yılında diğeri ise 1968 yılında. Birinci darbesinden yaklaşık 1 ay sonra Suriye’de de iktidara geldi. Ancak, Irak’ta parti içindeki tasfiyeler, dendiği gibi daha “horozlar ötmeden” başladı. Sonrasında da devam ederek toplu katliamlara dönüştü.
Bu toplu katliamların sonuncusu 1979 yılında gerçekleşti. Bütün her şey Saddam Hüseyin’in eline geçinceye kadar bu katliamlar devam etti.
2003 yılında ABD’nin rejimini devrimesinden sonra Saddam Hüseyin’in sonunun nasıl olduğunu hepimiz biliyoruz.
İran ile 8 yıl süren ve Humeyni’nin savaşı sona erdiren ateşkesi öldürücü zehir içmek gibi tanımladığı İran-Irak Savaşı’nın sona ermesinin akabinde Saddam Hüseyin, bu kez Kuveyt’i işgal etme suçunu işledi.
Oysa Kuveyt, sözde kardeş bir ülkeydi ve Irak-İran Savaşı’nda onu destekleyen, ona yardım eden ülkelerin başında geliyordu. Bu adımın, tarihin suçlarından biri olduğu ve feci sonuçlarının daha sonra Irak’ın yaşadığı felaketlere yol açtığı bir gerçektir.
O dönemde Irak’ın başına gelenlerin ve yıkımının, Arap ümmetinin yıkımı olacağı söylenmişti. Nitekim, gerçekten de böyle oldu. Birçok Arap ülkesinde olmaya da devam ediyor.
Yine bilindiği gibi “Büyük Cemahiriye lideri” ve “ülkenin dört bir yanındaki komitelerin ve Yeşil Kitap’ın” sahibi , yönetimde olduğu sürece birçok Arap ve Arap olmayan ülkenin iç işlerine müdahale etmeyi sürdürdü. Libya halkının parasını, çocukça oyunları ve başarısız maceralarına harcamaya devam etti. Ta ki 20 Ekim 2011’de bilinen kötü son ile ölene kadar.
Saddam ve Kaddafi’nin, yakın arkadaşları ya da halkları hakkında işlemiş oldukları kanlı suçlara rağmen, bu iki kardeş ülkede inkar edilemez başarılara imza attıklarını düşünenler olabilir. Bunların inkar edilemez gerçekler olduğu kesin. Ancak, inkar edilemeyecek bir başka nokta da, bu iki dönemin toplu katliamlar, komplolar ve kumpaslar dönemi olduğudur.
Irak’ta Baas Partisi’nden geriye yakınlar, gözdeler ve paralı askerlerden, Büyük Cemahiriye’de (Libya) Yeşil Kitap’ı ezbere bilen boynu büküklerden başka kimse kalmadığıdır. Senusi Krallığı’nı deviren darbeye katılan ve temel ortaklarından olan Abdüsselam Calud’un da bilindiği gibi sefil bir sonu oldu.
Bu uzun girişi yapmamız gerekiyordu. Çünkü böylece, ABD işgali, Saddam Hüseyin ve rejiminin devrilmesi ve idam edilmesinden sonra büyük Irak’ın düşmüş olduğu durumun arkasında işgalci İran saldırısının yer aldığı büyük bir komplo olduğu sonucuna ulaşabiliriz.
Saddam sonrası dönemde Irak’a hala geçerli olan mezhepçi bir yönetim egemen oldu.
Irak’ta kararları, İran’a bağlı Haşdi Şabi ve diğer mezhepçi teşkilatlar, Irak’tan Suriye ve Lübnan’a söz konusu Arap dünyasında İran yayılmacılığının liderliğini yürüten Devrim Muhafızları komutanlarından Kasım Süleymani alıyordu.
İran emperyalizmi, bir zamanlar mutlu olan Yemen’e de uzandı. Husiler, Beyrut’un güney banliyösündeki “imparatorluğun” sahibi Hasan Nasrallah’ın gözetimi ve yönlendirmeleriyle Yemen’in önemli ve temel bir bölümünü yönetir hale geldiler.
Saddam Hüseyin Kuveyt’ten büyük bir hezimete uğramış olarak çekildi. Daha sonra 2003 yılında ABD “işgalci” güçleriyle, güneyden Irak topraklarına girdi ve fiili hiçbir direnişle karşılaşmadan Bağdat Havalimanı’na kadar ulaştı. Oysa o zamanın tahminlerine göre “halk ordusu” ile birlikte Irak ordusunun sayısı bir milyonun üzerindeydi.
ABD ordusunun öncü birlikleri Irak’ın başkentine ulaştığında bu ordu tamamen ortadan kalktı. Eski Irak devlet başkanının, o hüzünlü dönemde tek başına askeri kıyafeti ile başkentinin caddelerinde görüldüğünü ve pek çok heykellerinden birinin devrilmesinin ardından tamamen ortadan kaybolduğunu belki de birçoğumuz hatırlıyor.
Bilindiği gibi, ABD kuvvetleri, Irak’ın başkenti Bağdat’a hiçbir direnişle karşılaşmadan girmişlerdi. Aynı şekilde “işgalciler”, Irak’ı kendilerine ve tanklarına karşı tek bir kurşun sıkılmadan işgal etmişlerdi.
Asıl ilginç olan, hepsinin hafif ve ağır silahları kullanma eğitimi aldıkları bilinen Baasçı yoldaşların bile ABD güçleri, Bağdat Havalimanı’na ulaştığında ortadan kaybolmuş olmalarıydı.
Bu da “ilham verici liderleri”nin en iyi ve yakın arkadaşlarına uyguladığı toplu idamların etkisinden henüz kurtulamamış olduklarını gösteriyor. Bu idam edilenler arasında Abdulhalık es-Samarrai gibi bazı büyük liderler de vardı. Sonuç olarak, İki nehir ve Reşid’in ülkesi, şanlı bir tarihe sahip Irak’ı işgalciler hiçbir direnişle karşılaşmadan işgal ettiler. Daha sonra, bu işgalciler güneydoğu sınırlarını İranlılara açtılar.
Çok geçmeden de İranlılar şu anda görüldüğü gibi Irak’ı kontrolleri altına aldılar. Büyük Arap başkenti Bağdat’ta karar sahibi, İran Devrim Muhafızları komutanlarından General Kasım Süleymani, mezhepçi ve hemen Arap kaftanını çıkarıp İran sarığını takan işbirlikçileri oldu.
Burada sorulması gereken soru şu: Sünni ve Şii olsun birçok Iraklı acaba neden Saddam Hüseyin’e “rahmet okuyor” ve asla dönmeyeceğini bildikleri halde dönmesini temenni ediyorlar? Oysa geçmiş geçmişte kaldı. Irak, Saddam’ın dönmesini temenni etmek yerine tarihte kalan o dönemde olduğu gibi bir Arap ülkesi olmaya dönmelidir. Bu bağlamda, geçmişte Safevilerin kovulduğu gibi İranlıların da eninde sonunda Harun Reşid’in ülkesinden kovulacakları kesindir.
Bu büyük ülke, bir Arap ülkesi olarak kalacaktır. Bu ülke, yalnızca Arap halkı ile atalarının vatanı olan bu vatandan başka vatanları olmayan “azınlıklar”ın ülkesi olacaktır.
Libya’ya gelince, aralarında Erdoğan-Türk işgalinin de bulunduğu işgaller Libyalıların da sayısız kötü yönlerine rağmen Kaddafi’ye rahmet okumalarına neden oldu. Çünkü Kaddafi’nin, bu büyük ülkenin kapılarını açgözlülere ve yabancı güçlere kapattığını unutmadılar.
Nitekim, bazılarının hak ettiğini söylediği aşağılayıcı bir biçimde ölmesinin ardından söz konusu açgözlü güçler başkent Trablus’u bile işgal ettiler.
Erdoğan, Trablus’u kendi Osmanlı devletine katmış olsa da şehrin çok yakında kurtarılacağı kesindir. Hatta belki de bu yazı, Arap gazetelerinin öncüsü Şarku'l Avsat gazetesinde yayınlanmadan önce bile kurturılabilir.
TT
Neden bazı Iraklılar Saddam'ı bazı Libyalılar Kaddafi'yi özlüyor?
Daha fazla makale YAZARLAR
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة