Muhammed Ali Sekkaf
Yemenli yazar
TT

Paradoksları ve boyutlarıyla olaylar

İçinde bulunduğumuz yılın sonuna yaklaştık ve yeni bir yıla, 2020’ye girmeye hazırlanıyoruz. Bu yılın son ayları bazı Arap ülkelerinde 2011 yılındaki Arap Baharı devrimlerini hatırlatan halk hareketlerine şahit oldu. 2011 Arap Baharı ile içinde bulunduğumuz 2019 yılının sonlarında tanık olduğumuz halk hareketlerinde olduğu gibi kitleleri neredeyse aynı anda protestolara başlamaya iten nedenleri araştırmak yararlı olabilir.
Bu yılın sonlarında, Cezayir, Lübnan ve Irak’ı kaplayan dikkat çekici protesto gösterilerinin koşulları, nedenleri ve sonuçları ülkeden ülkeye değişiyor. Televizyondan bu gösterileri takip edenler, sokak hareketlerinin kendilerini ifade etme biçimlerinden, katılımın türünden kullandıkları sloganlardan ve dilden aralarındaki farkları gözlemleyebilirler. Bunun yanı sıra, Cezayir, Lübnan ve Irak meydanlarına bakarak da aralarındaki farkın ayrımına varabilirler. Buna karşın, aralarında en azından ortak bir nokta var. Hepsinin de siyasi sistemlerinin devrilmesini ve yolsuz hükümetlerinin değişmesini talep etmeleridir.
Bu nedenle, halk hareketine katılanlar, on yıllardır iktidarda bulunan ve ülkenin kaynaklarını kendi aralarında paylaşan siyasi sınıf tarafından hükümetin kurulmasına karşı çıkıyor.
Lübnan’da büyük halk hareketi 17 Ekim’de patlak verdiğinde, iktidardaki seçkinler bunun geleceklerine karşı bir tehlike oluşturduğunu hissettiler. Lübnan devletinin kuruluşunda beri egemen olan mezhep merkezli kota sistemi içerisinde varlıklarını sürdürme olasılıklarını tehdit ettiğini kavradılar. Farklı siyasi güçler arasında ayrım yapmadan “hepiniz yani hepiniz” sloganı altında yolsuzlukla mücadele talepleri onları korkuttu. Bu yüzden, bütün siyasi taraflar, Lübnan’ın çeşitli meydanlarında toplanan göstericilerin taleplerini desteklediklerini belirterek halk hareketine ayak uydurmaya çalıştılar.
Lübnan meydanlarının taleplerini anladığını ilk açıklayan Başbakan Saad Hariri ve akımı oldu. Hariri, daha sonra istifa etmek zorunda kaldı. İstifa nedeni, Lübnan krizinin çözüm yolları, protestocuların taleplerini yerine getirme konusundaki görüşlerinde diğer siyasi güçler ve partilerle bir uzlaşıya varamamasıydı. Cumhurbaşkanı Avn ile Dışişleri Bakanı Basil ise protestocuların taleplerini desteklediklerini ama Lübnan’da kötüleşen ekonomik durumun sorumluluğunun kendilerine yüklenemeyeceğini belirttiler.
Hizbullah’ın temsil ettiği yönetimin diğer kanadı ise Genel Sekreteri Hasan Nasrallah’ın konuşmaları aracılığıyla çareyi protestocuları ihanetle, dış güçlerin, özellikle de ABD ve Fransa’nın işbirlikçisi olarak suçlamakta buldu.
Cumhurbaşkanı Mişel Avn ve Hizbullah’ın desteği ve birkaç Sünni milletvekilinin oyuyla hükümeti kurması için Hassan Diyab’ın görevlendirilmesi girişimi, başbakanın Sünnilerden olmasını gerektiren mezhep merkezli kota sistemini desteklediği için krizi derinleştirebilir. Çünkü bu şekilde mevcut sistemin bu yönünün değişmeyeceğini de vurgulamış oluyor. Ancak, hükümeti yolsuzlukla suçlanmayan, gerçekten de bağımsız, alanlarında uzman ve deneyimli, politikacı olmayan teknotraklardan kurmayı başarabilirse durum değişebilir.
Her halükarda bu görevlendirme halk nezdinde kabul görmedi. Zira Lübnan meydanlarında gösteriler ve protestolar devam ediyor.
Lübnan’la karşılaştırıldığında İran müdahalelerinin daha derin olması nedeniyle Irak sahnesinde durum daha karışık ve kompleksli. Bunun yanı sıra coğrafi olarak İran’a daha yakın olması, Şiilerin çoğunluğu oluşturması, etnik çeşitliliği de bunu tetikleyen unsurlardan.
Halk hareketinin baskısı altında Irak Başbakan Adil Abdulmehdi’nin istifa etmesinden bu yana yürütülen alternatif bir isim üzerinde uzlaşma girişimleri sonuçsuz kaldı. Bu bağlamda son olarak, geçen hafta sonu İran tarafından desteklenen Kusay es-Süheyl’in adı önerildi. Fakat anayasal sürenin sona ermesiyle o da kabul edilmedi. Bazı haberlerde Cumhurbaşkanı’nın istifa edebileceğine yer verildi. Bu kuşkusuz Irak’ı daha da karanlık bir tünele sokacaktır. Burada hatırlatmamız gereken önemli bir nokta daha var. O da Iraklı protestocuların mezhep merkezli kota sistemine ve İran’ın iç işlerine karışmasına karşı çıktıkları ve Irak’ın ulusal kimliğini ve Arap çevresine bağlılığını geri kazanmasını istedikleridir.
Cezayir’de oldukça ilginç bir deneyim yaşanıyor. Cezayir, anayasal düzenlemelerin yolunu izledi. Adaylar ve seçimleri kazanan cumhurbaşkanı eski siyasi rejimin figürlerinden olduğu için seçimlere karşı çıkan halk hareketine rağmen cumhurbaşkanlığı seçimlerini düzenledi. Dolayısıyla bu seçimler, rejimin ve siyasi figürlerinin kökten değişmesini umut eden Cezayir halkının beklentilerini karşılamadı diyebiliriz. Yeni Cezayir Cumhurbaşkanı’nın hükümeti kuracak ismi nasıl belirleyeceği de henüz belli değil.
Lübnan, Irak ve Cezayir’deki halk hareketlerinden farklı olarak, Tunus deneyimi farkını ortaya koydu. Anayasa Profesörü ve bağımsız aday Kays Said’in başarı ile seçilmesinden sonra Nahda Hareketi anayasaya uygun olarak hükümeti kurması için Habib el-Cemli’yi seçti. El-Cemli yaptığı açıklamada, hükümetin yapısının birkaç gün içerisinde deklare edileceğini, Nahda Hareketi, Halk Hareketi, Demokratik Akım ve hâlihazırda görev yapan geçici hükümetin Başbakanı Yusuf Şahid’in lideri olduğu Yaşasın Tunus partilerinden oluşacağını ifade etti.
Habib el-Cemli ayrıca hükümetin yapısını ve bakanların adlarını belirlemek için gelecek pazartesi, parti temsilcileriyle bir görüşme daha yapacağını, daha sonra anayasada yer aldığı gibi Cumhurbaşkanı ile savunma ve dışişleri bakanlıklarına getirilecek isimleri görüşeceğini, son olarak da güvenoyu alması için hükümeti parlamentoya sunacağını belirtti.
Yeni hükümet, bu noktada, yani parlamentodan güvenoyu almakta bazı zorluklarla karşılaşabilir. Zira parlamentoda ikinci sırada yer alan liberal Tunus’un Kalbi Partisi’nin liderlerinden biri, partilerinin kota sistemine dayanan bir hükümette yer almakla ilgilenmediğini, en başından beri yetkin isimlerden oluşan bir hükümet kurulmasını talep ettiği için parlamentoda yeni hükümete güvenoyu vermeyeceğini duyurdu.
Söz konusu ülkelerde hükümetlerin kurulmasını engelleyen nedenler çok ama sonuç aynı.
Şimdi de “mutlu” Yemen’deki eşsiz duruma değinelim...
Tarihi olarak Zeydilik bin yıl boyunca Kuzey Yemen’e egemen olmuştur. Bu süre içerisinde yönetici sınıfı hep Zeydilerden oldu. Birleşik Yemen’in kurulması ile bazıları bunun değişeceğini zannetti. Ama yine Zeydi olan Ali Abdullah Salih cumhurbaşkanı oldu ve Güney Yemen’in temsilcisi Ali Salem el-Beidh’i de yardımcısı olarak atadı. Daha sonra Arap Baharı’nın sonuçları ve Körfez Girişimi’nin kararları ile 2012’nin şubat ayında Abdurabbu Mansur Hadi cumhurbaşkanı seçildi. Ancak eski devlet başkanı Salih’in grubu tarafından desteklenen Husiler, Hadi’ye karşı darbe yaptı. Doğrusu bu, Şeyh Abdullah bin Hüseyin el-Ahmar’a atfedilen, Ali Salem el-Beidh ile kendisi arasında geçen bir tartışmada sarf etmiş olduğu söylenen ifadeyi akla getiriyor: Cumhurbaşkanı Salih’in yardımcısı olabilirsin ama Sünni ve Güneyli bir cumhurbaşkanının bizleri yönetmesine izin vereceğimizi zannediyorsan yanılıyorsun.
Yemen, bir yanda Cumhurbaşkanı Hadi’nin liderliğinde uluslararası toplum tarafından tanınmış meşru hükümet ile diğer yanda da Husileri temsil eden hükümet arasında bölünmüş bir yönetim altında iki hükümet, iki meclis ve iki cumhurbaşkanının varlığıyla diğer Arap deneyimlerinden farklılık barındırıyor.
Son olarak; meşru yönetim ile Güney Geçiş Konseyi arasında Aden’de yaşanan kanlı hadiseler sebebiyle Suudi Arabistan, Riyad Anlaşması adı verilen bir girişimde bulundu. Bu anlaşmanın maddelerinden biri de meşru yönetim ile Güney Geçiş Konseyi’nin eşit temsile sahip olduğu bir hükümet kurmaktı. Bu hükümetin kuruluşunun haftalar önce açıklanması gerekiyordu. Fakat Riyad Anlaşması’nın bazı maddelerinin uygulanmaması gibi hükümet de henüz kurulamadı.
Bahsi geçen ülkelerde hükümeti kurma konusu başlı başına nedenlerini ve etmenlerini çözmesi zor bir bulmaca gibi görünüyor . Bu nedenler ve etmenler ise kuşkusuz siyasi seçkinlerin doğasıyla bağlantılıdır.