Nebil Amr
Filistinli siyasetçi ve yazar
TT

​İsrail’de Bensouda depremi

Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) Savcısı Fatou Bensouda’nın İsrail’in işlediği savaş suçları hakkında soruşturma başlatmak için hukuki bir temelin olduğunu açıklamasının ardından İsrailli siyasi ve askeri şahsiyetlerin, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde yargılanma olasılıkları arttı.
Sayın Bensouda’nın bu açıklamaları, İsrail üzerinde bir deprem etkisi yarattı. Zira İsrail devleti, suçsuz ya da güçlü argümanlara sahip olduğu için değil; baskı, şantaj ve müttefiklerinin desteği gibi araçlarla her durumda suçları için hesap vermekten ve sorumluluktan kaçınmaya alışmıştı.
İsrail’de gerçekten de bir deprem yaşandı. Nitekim, medya, yargı ve politik alanda benzeri görülmemiş tepkiler gözlemlendiğinde, bu depremin çeşitli eğilimlere sahip siyasi çevre ve İsrail kamuoyu üzerinde farklı düzeylerdeki etkilerinin gücünü görmek mümkün. Bu tepki aracılığıyla İsrail’in Filistinliler üzerinde işlediği suçlardan yargılanmasını desteklemek konusundaki çeşitli ayrılık noktaları da okunabilir. İsrail’e yöneltilen suçlamaların başında da işgal, yerleşim yerlerinin inşası ve toprak ilhakına devam etmek geliyor. Bu yargılama belki de dikbaşlı devletin doğru yola dönmesini ve bu tür suçları işlemeyi durdurmasını sağlayabilir. 
İsrail’de depremin yaşandığını kabul etmiş gibi görünen ama çözüm olarak Uluslararası Ceza Mahkemesi ve savcısı Bensoud’a karşı savaş açmayı seçen tepkiler de var. Bu kişiler, Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne taraf değilken, mahkemenin, eylemleri için İsrail’i yargılama hakkına nasıl sahip olduğuna değinerek, konuyu bir usul tartışmasına dönüştürmeye çalışıyorlar. Başvuruda bulunan Filistin tarafının bir devleti olmadığı dolayısıyla ilkesel olarak dava talebinin kabul edilmesinin mümkün olmadığını belirterek, mahkemeden soruşturma başlatmamasını talep ediyorlar.
İsrail’de bu büyük depremin çevresinde dönen sert tartışmalarda taraflar, kasıtsız da olsa tek bir noktada hemfikirlerdi. Özellikle insan haklarına önem veren, insan hakları ihlallerine karşı olan devletler, halklar ve kurumlar nezdinde bunun İsrail’in çıkarına olmadığı. İsrail işlediği suçları inkar etmek yerine yargılamanın hukuki olup olmadığına odaklanarak aslında bu suçları işlediğini kabul etmiş ve yalanlamamış oluyor. Bu yüzden İsrail, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin yetkileri ve Filistinlilerin başvuru hakkına sahip olup olmadıkları konusunda bir tartışma başlatmaya çalışıyor.
Yahudi devletinin suç dosyası kanıtlanmış suçlarla dolup taşıyor. Bu dosya, Filistinlilerin şikayetleriyle sınırlı değil. İçerisinde İsrail ve liderlerini kınayan büyük bir uluslararası kararlar demeti de var. Uluslararası kararların İsrail’e yönelttiği temel ve değişmez suçlamalar ise: İşgali devam ettirmek, uluslararası hukuka aykırı bir biçimde yerleşim yerleri inşa ederek Filistinlilerin mülklerine el koymak. Ayrıca askeri güç ile işgal edilen geniş arazileri kapsayan hükümet kararları almak, hükümetin sanki bu dünyada uluslararası, insani ve ahlaki bir hukuk yokmuş gibi Filistinlilerin topraklarını ilhak etmeye devam etmekle tehdit etmesi. İsrail de topraklarını daha fazla genişletmesini ve kendisini dayatmasını sağlayacak her şeyi yasalaştırmıştır.
Tel Aviv’deki objektif sesler ise İsrail’in Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından suçlanmasına yol açan politikalarından dolayı sağcı hükümeti kınadı. Bu sesler gerçekten güvenilirlik kazanmak istiyorlarsa seslerini daha güçlü bir şekilde yükseltmelidirler. Hepsi en ağır savaş suçları sayılan işgal, yerleşim yerleri ve toprak ilhakını sona erdirmeyi talep eden açık ve doğrudan talebin arkasında birleşmelidirler. Çünkü bunlar, İsrail’in en basit insan haklarını bile elinden aldığı bir diğer halka en çok zarar veren suçlardır.