Mervan Muaşer
Ürdün'ün eski Dışişleri Bakanı
TT

Lübnan krizi ve Ürdün deneyimi

Lübnan bugün, uzun yıllardır devam eden ve Lübnan halkının artık katlanamadığı mezhep merkezli siyasi uygulamaların, yanlış ekonomik politikaların ve milyarlarca dolarlık yolsuzluğun ardından patlak veren büyük halk gösterilerine tanık oluyor. Lübnan Merkez Bankası’nın ödemeler dengesindeki büyük açığı karşılamak için – son yıllarda bu açık yıllık 15 milyar dolara ulaşıyordu- yıllardır benimsediği “finansal düzenleme” bugün tüm bileşenlerini tüketti. Bu politika, Lübnan bankalarına yatırılmsı için yabancı fonların dolar cinsinden astronomik boyuttaki faizlerle cezbedilmesine dayanıyordu. Finansal sistem artık büyük borçlar ve bütçe açığı ile başa çıkamaz oldu. Bu uygulamaların zorunlu olarak durdurulması, bankacılık sisteminin yanısıra mezhep kota sistemine dayanan siyasi sisteme güvenin kaybedilmesi, nüfuz sahibi kişilerin kontrolsüz ve hesap sorulmadan devletin kaynaklarını ele geçirmesi halkın sokağa inmesine yol açtı.
Peki, bu çıkmazdan kurtulmak için ne yapılmalı?
Finansal kan kaybını durdurulması ve Lübnan’ın ekonomik olarak toparlanması için beş ya da on yılı aşkın bir süreyi kapsayan çeşitli ekonomik planlar önerildi. Lübnan, gerekli tüm finansal önlemleri alsa ve yapısal ekonomik reformları gerçekleştirse dahi 25 milyar dolardan fazlasına ulaşabilecek dış yardıma ihtiyaç duyacaktır.
Ancak bu ekonomik planların çoğu iki temel meseleyi ele almıyor. Bu meselelerden ilki söz konusu dış yardımların kaynağı ile bağlantılı. Uluslararası toplumun belirli bir devletin düşmesine ya da çökmesine izin vermeyeceği gerekçesiyle dış yardım yapma dönemi sona erdi. Bu gerekçe artık uluslararası toplumdaki hiç kimse için ikna edici değil. IMF, AB, ABD ve Fransa da dahil herhangi bir devlet ya da dış taraf, Lübnan hükümetinin yalnızca uygun finansal politikaları belirlemek değil aynı zamanda uygulamak konusundaki ciddiyetinden ikna olmadıkça bu miktarın bir kısımını bile vermeye yanaşmayacaktır. Bunun anlamı, başta Hizbullah olmak üzere yeni hükümetin kuruluşunu destekleyen kesimler de dahil tüm tarafların eski siyasi ve ekonomik uygulamalardan uzaklaşmak yönünde bir siyasi irade göstermesi gerektiğidir. İhtiyatlı bir ekonomik politika benimseme ve yayılmış olan yolsuzlukla amansızca mücadele etme isteğine sahip olmalıdırlar. Bu iradenin Lübnan’daki karar alıcıların zihinlerinde henüz kendine yer bulamadığı açıkça görülüyor. Zira halen eski politikalara bağlılar. Sokaklar kaynarken ve ülke batarken halen bakanlıkların dağılımı konusunda birbirleriyle mücadele ediyorlar.
Lübnanlı yetkililerin akla getirmedikleri ikinci mesele ise hiçbir ekonomik planın insanların karar verme sürecine daha ciddi katılımını sağlayan siyasi tedbirler kendisine eşlik etmedikçe başarılı olmasının ve sokağı ikna etmesi ve uygulanmasını kabul etmesinin mümkün olmadığıdır. Bu siyasi uygulamalar ayrıca toplumun çeşitli bileşenleri arasında mezhep uygulamalarından uzak duran yeni temeller üzerinde yükselecek yeni bir Lübnan toplumsal sözleşmesini meydana çıkarmalıdır. Din, cinsiyet, düşünce veya sosyal statüden bağımsız olarak herkes için eşit vatandaşlık yaklaşımında olmalıdır.
Bu noktada aklıma Ürdün’ün 1988 yılında yaşadığı deneyim geldi. Ürdün bu tarihte yine geniş hükümet harcamaları ile bütçe ve ödemeler dengesinde artan açıklar nedeniyleboğucu bir ekonomik krize maruz kalmıştı. Bunun sonucunda Ürdün Merkez Bankası’nın döviz rezervleri buharlaşmış, altın rezervlerinin bir kısmı satılmış, Üdün dinarı birkaç hafta içinde yüzde 50’den fazla değer kaybetmişti.
Bu sorunun üstesinden hemen gelmeyi sağlayacak bir ekonomik çözüm yoktu. Ülkeyi kurtarmak için hiçbir Arap ya da yabancı ülke önemli derecede bir finansal destek sunmadı. Ürdün, IMF ile anlaşarak 15 yıla uzanan katı bir mali programı uygulamayı kabul etmek zorunda kaldı. Ancak merhum Kral Hüseyin, siyasi reformun eşlik etmediği bir ekonomik reformun başarısız olacağını anladı. Bu siyasi reformun karar alım çemberini genişletmesi, ekonomik reformu kabul etmesi –ayrıca kontrol etmesi- ve  vatandaşa gerçekten de karar alım sürecinin bir parçası olduğunu hissettirmesi gerektiğini keşfetti.
Bunun için 1967 yılından sonra ilk kez kapsamlı, geniş kesimlerce adil ve temsil yönünden iyi görülen bir seçim yasasına göre genel seçim yapılması çağrısında bulundu. Ürdün tarihindeki en özgür seçimler gerçekleşti ve gerçek muhalefetin yüzde 40’ını oluşturduğu bir meclis ortaya çıktı. Bu meclis, sertliğine rağmen ülkeyi kurtaran ekonomi programını kabul etti.
Kral Hüseyin bununla da yetinmedi. Toplumun tüm bileşenleri arasında yeni bir sosyal sözleşme sağlanması için ulusal bir komite kurdu. Bütün siyasi, ekonomik ve sosyal tarafların katıldığı bu çaba, ülkedeki siyasi, ekonomik ve sosyal çalışma kurallarını yenileyen Ürdün Ulusal Sözleşmesi adı verilen belgeyi meydana çıkardı. Ancak daha sonra yaşanan koşullar bu belgenin resmi olarak Ürdün Anayasası ile teyit edilmesinin önüne geçti.
Sözün özü, bu siyasi tedbirler Ürdün’ü kesin bir ekonomik çöküşten kurtardı. Yeni ekonomi politikaları ile ekonomik sorunlarından kurtulmasını sağladı. Kral Hüseyin, bu tür siyasi tedbirler için çağrıda bulunmasaydı insanlar bu sert ve katı ekonomik reformları kabul etmezdi. Dolayısıyla Lübnanlı karar alıcılar, 17 Ekim’de başlayan ve halen devam eden halk hareketinin geri dönülemez biçimde sona ermesinin, eski temellere göre ülkeyi idare etmelerinin imkansız olduğunu anlamalıdır.
Bölgede anlaşılması gereken en önemli ders budur. Yani bölgenin yaşadığı, özellikle siyasi ya da ekonomik alanda olsun sağduyulu yönetimin yokluğundan kaynaklanan ekonomik krizler insanlardan daha fazla fedakarlık yapmalarını isteyerek çözülemez. Bu fedakarlığa karar alımında daha katılımcı olan, yolsuzlukla daha sistematik bir biçimde mücadele için gerekli tedbirleri alacak yeni bir siyasi yönetim tarzı için ciddi bir irade eşlik etmelidir. Aksi takdirde en iyi ekonomik planlar geliştirilse dahi insanlar bugünden sonra eski yönetim tarzını kabul etmeyecek, halk hareketleri ve gösteriler devam edecektir. Çünkü insanların artık kaybedecekleri bir şey yok.
Şarkul Avsat’a özel