Abdullah Utaybi
Suudi Arabistanlı yazar. İslami akımlar araştırmacısı
TT

Dava ve 'Anlaşma' arasında Filistin

ABD Başkanı Donald Trump, üzerinde üç yıl boyunca çalıştığını söylediği yeni ‘barış planını’ açıkladı.  Bu planın, ele aldığı sorunun doğası ve çoklu komplikasyonları nedeniyle büyük ve geniş bir tartışmaya neden olması doğaldı.
Asıl soru şuydu: Filistin halkının bu plana karşı tutumu nedir?
Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas, henüz plan ilan edilmeden önce, ilkesel olarak içeriğini reddettiğini açıkladı.
Yurt içindeki ve dışındaki Filistinli liderler de benzer bir tutum takındı.
Maalesef bu liderler ve sembol isimler, onlarca yıl boyunca birçok yenilgi ve kaybedişe şahit olmuş isimlerdi.
Filistin halkı, vatanın kaybedildiği anlaşıldıktan sonra, eğitimi bir vatan addederek, yeni nesilleri uzmanlıklara ve saygın diplomalara sahip olmaya yönlendirdi.
Böylelikle eğitimli bir genç nesil ortaya çıktı. Bu neslin, kendilerini ifade etmeleri ve ülkelerine gerçekçi ve rasyonel çözümler ışığında liderlik etmelerinin zamanı gelmişti.
Özlemlerini karşılayacak, geleceklerini şekillendirecek hayatı kendi elleriyle kurmak ve yolculuğa bir şekilde devam etmek onların hakkı.  
Birçok Arap ülkesi, ABD Başkanı Donald Trump yönetiminin bölge tarihindeki en uzun barış sürecini ilerletmek için girişimde bulunma çabalarını bu yüzden memnuniyetle karşıladı.
Bu önemli konuda gerçekçi bir sonuçlandırmaya duyulan acil ihtiyaç nedeniyle anlaşılabilir bir tutumdu.
Filistin sorunu hakikat kriteri ile ‘adil bir dava’, gerçeklik kriteri ile ‘kaybedilmiş bir davadır.’
Yüzyılın başından günümüze kadar maalesef bu böyledir. Tarih boyunca ‘güçlü olmak, haklı olmak’ anlamına gelmiştir. Üzülerek ifade etmeli ki bu adeta tarihin kanunu haline gelmiştir.
Şüphesiz Filistin Otoritesi'nin önünde çeşitli seçenekler vardır: Planı veya anlaşmayı mutlak olarak reddedebilir, dini ve tarihi meşru haklarına sarılabilirler.
Şu ana kadar yapılan açıklamalar da bu tutumu göz önüne sermektedir. Ancak bu duruşun zaman içinde değişmesi de muhtemeldir, nitekim siyaset, imkânsızlığın değil, imkânın sanatıdır. 
İkinci seçenek, ‘alabildiğini al ve istemeye devam et’ ilkesiyle hareket edilmesidir.
Üçüncü seçenek; çözülmedir. Barış görüşmelerinden çekilmek ve Oslo Anlaşması’nın öncesine dönmek anlamına gelir. Bu da; Filistin Otoritesi’nin ve Filistinli örgütlerin ülke dışına çıkmasını ve halkın Oslo öncesinde olduğu gibi, ‘belirsizlikler’ içinde ülkede kalmasını içerir.
Bölge tarihinde büyük değişimler yaşanıyor, İsrail artık buradaki tek işgalci ülke değildir. İran rejimi,  Bağdat, Şam, Beyrut ve San'ayı, yani dört Arap başkentini işgal etmiştir.
Türkiye de, Suriye ve Libya’daki bazı bölgelerde “işgalci” pozisyondadır.
On yılı aşkın süredir Filistin bölünmesi gerçekleşmiş ve iç ihtilaf derinleşmiştir.  Bu bölünme ve ihtilaf hali, ‘haklı Filistin davasına’ ciddi zararlar vermiş, halkın nazarında büyük bir hayal kırıklığına neden olmuştur.
Çok önemli bir başka değişken, bazı Arap halklarının tamamıyla ülkelerinin başta İran tarafından olmak üzere işgal edilmesiyle meşgul olmasıdır. Bu halkların önceliği kaos ve terörizmle başa çıkmak olduğu için, diğer bölgesel meselelerle isteseler de yeterince ilgili olamayacaklardır. Bazı halklar ise, sürekli Filistin davasını desteklemekten yorulmuş haldedir.
Nitekim bazı Filistinli gruplar bu ülkelere saldırmış, ya da ‘düşman saflarında’ yer alarak kırgınlıklara neden olmuşturlar. Bunun en açık örneği İran’ın yanında yer alan Hamas’tır.
Bugünün gerçekliği şunu söylemektedir: Filistin davasının kutsallığı yeni nesil Arapları ikna etmek için artık yeterli değildir.
Dolayısıyla kimse Filistin davasını geçmişte olduğu gibi sömüremez.
Arap devletleri ve özellikle Körfez Arap ülkeleri, tüm güçleri ve imkanlarıyla Filistin davasını desteklediler. Ancak bölgedeki ve dünyadaki köklü değişimler ve reel durum, mutlak desteğin, kendi kararlarını almada Filistinlilere yardımcı olup olmadığı yönünde şüphelerin oluşmasına neden oldu. Bu şüpheler sonucunda, söz konusu destek anlayışı, Filistinlileri memnun etmese de yakın gelecekte değişebilir.
Mahmud Abbas, öfkeli konuşmasında, Birleşmiş Milletler’in Filistin hakkını destekleyen bir dizi kararını hatırlattı.
Filistin halkını destekleyen ülkeleri de tek tek saydı.
Bu ifadeler elbette doğruyu yansıtıyor, ancak acil soru şudur: BM’nin bu kararları ve sayılan bu ülkeler şimdiye kadar Filistin davası için ne yaptı? Aslında hiçbir şey!
Politik veya ekonomik hiçbir sonuç olmadan, retorik ve sempati dışında hiçbir şey!
Bu eski ve sözde kararlara yaslanma çabası, mevcut donukluğu sürdürebilir, ancak bir ufuk çizmez.  
Seçenekler kötü ve daha kötü arasında olduğunda, halkların ve siyasilerin yapabileceği çok fazla şey yoktur. Beklemenin her zaman daha kötüyle sonuçlandığı sabittir. Üzülerek ifade etmeli ki yarım asırdır Filistin’de yaşanan budur. Daha kötüsünün geleceğini bilerek beklemek.
Hızlı bir incelemede bulunmamız gerekirse;  1947 ve sonrasında bazı Araplar, Filistinlilerin vatanlarını terk etmelerini önerdi. Böylece İsrail’e karşı gerçekleştirilecek nihai bir savaşta Filistinliler öldürülmemiş olacaktı. Kral Abdülaziz ve bazı gerçekçi liderler bu saçma öneriyi reddetti.
Bu süreçte Filistinlileri desteklemek için gönderilen milis grupları da başarısız oldu.
1950'lerde milliyetçilik, Nasırcı ve solcu akımlar Filistin'i “nehirden denize” özgürleştirme fikriyle geldi, 1960’larda Baasçı akımlar bu fikri destekledi.
Böylelikle Filistinlilerin, tarihi topraklarının dışında herhangi bir çözüm önerisini kabul etmesinin önüne geçilmiş oldu.  
O dönemde Filistinli örgütler çoğaldı, dış ülkelerinin görece etkisinde olan bu örgütler, kendi içlerinde şiddetli çatışmalara girdiler. Bu şiddet olayları bazı Arap ülkelerine sıçradı, dünyada sivilleri hedef alan bazı terör olaylarına karıştılar. Ta ki o uğursuz 1967 yenilgisine gelene kadar.
Bu yenilginin ardından, sloganlar etkisini yitirmeye başlamış, mevcut örgütlerde ihtilaflar artmıştı ki bu defa da yeni sloganlarıyla siyasal İslamcı örgütler sahneye çıktı.
Bu süreçte en akıllı ve gerçekçi davranan kişi Mısır Cumhurbaşkanı Enver Sedat idi. Barış amacıyla savaşa girdi ve 1973 savaşını kazandı. Sloganları bir kenara bırakıp barışı müzakere etti ve başarılı oldu.
1980'lerde Kral Fahd’ın önerdiği ‘barış planı’ hayalci Arap ülkeleri tarafından reddedildi. Ancak Filistinliler daha sonra çok daha azıyla yetinmek zorunda kalarak Oslo Anlaşması’na imza attı.
1990’larda Filistinliler Oslo Anlaşması’na razı oldular, Ürdün de İsrail ile ‘barış anlaşması’ yaptı. 2000’lerin başında Arap Birliği Suudi Arabistan’ın önerdiği ‘barış planı’ üzerinde anlaştı, ancak uygulanamadı. 
Son olarak, ABD yönetiminin bu planı, Filistin haklarını yok sayıyor mu? evet, daha önce Oslo’da olduğu gibi. Ancak maalesef gerçek, haktan daha güçlüdür.
Filistinliler müzakereleri sürdürmeli ve kendi planlarını öne sürmelidirler.
Kendi tezlerini gerçekçi bir şekilde dillendirirseler eminim destek göreceklerdir.