Prof.Dr. Bilal Sambur
Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Öğretim Üyesi
TT

​Geleceğin oluşumunda felsefe dinamiği

Felsefe ve insan arasındaki ilişki, detay ve gereksiz olarak niteleyebileceğimiz bir konu değildir. Felsefe ve insan arasında kurulacak sağlıklı ve verimli ilişkinin bir toplumun bütün faaliyetlerini etkileyen bir konu olduğunun anlaşılması büyük önem taşımaktadır.
Felsefe ve insan arasındaki ilişkinin varoluşsal önemini kavramayanlar, felsefenin yokluğunu insan için bir kayıp olarak görmemektedirler. Hatta felsefenin gereksiz ve boş bir faaliyet olduğundan hareketle onun yokluğunun daha iyi olduğu şeklindeki bir yaklaşımı bile savunabilmektedirler.
Felsefe ve insan arasındaki ilişki, ciddi bir konudur. Felsefenin hayata katacağı boyutlar, küçük bir çocuk üzerinden yapılan yapay gündemlerle anlamsızlaştırılamaz. Birkaç yüz felsefe kitabı okuduğu söylenen, kendisini sıra dışı göstermek için dikkat çeken bir oyun oynayarak gündeme gelmeyi başaran bir çocuk üzerinden felsefenin konuşulması çok acıdır.
Felsefe, bir tüketim aracı değildir. Felsefe, çok ciddi bir insani tecrübe alanıdır. Felsefeyle oynadığınızda ve onu kolaylıkla harcadığınızda bir müddet sonra kendinizin tükenmeye ve bitmeye başladığı gerçeğiyle yüz yüze kalırsınız.
Felsefi kitaplar okuyor diye gündeme gelen bir çocuğun bir müddet sonra sosyal medyanın tüketim çerezine dönüşmesi, bir çocuğun başına gelebilecek en travmatik şeylerden biri olduğunu söyleyebiliriz.
Felsefe ve insan arasındaki ilişkiyi, nasıl bir geleceğe sahip olmak istiyoruz sorusu bağlamında problematize etmek lazımdır. Barış, özgürlük, adalet ve çoğulculuk değerlerinin şekillendirdiği bir bugün ve gelecek oluşturmak için felsefenin hayatımızda oynayabileceği rol ve işlev üzerinde düşünmek ve bu bağlamda yaklaşımlar ortaya koymak gereklidir.
Felsefe, çok yaygın bir şekilde geçmişte ortaya konmuş yaklaşımların günümüze taşınması olarak anlaşılmaktadır. Felsefe, geçmiş hakkında bir faaliyet değildir. Felsefe, bugünkü insani durum hakkında sormaya, sorgulamaya, düş ve düşünce oluşturmaya dair insani bir tecrübe ve faaliyettir.
Geçmişte formüle edilmiş bir felsefi yaklaşımın bugünün insani durumunu açıklayan bir yaklaşım olarak sunulması, insanların bugüne ve yarına geçmişin gözlükleriyle bakmalarına yol açacaktır. Geçmişe yönelimli ve eğilimli bir yaklaşımın bugünü sağlıklı ve gerçekçi bir şekilde düşünmesi ve gelecek hakkında güçlü öngörülerde bulunması zordur.
Felsefe ve insan arasındaki ilişki, geçmişe bakan felsefe arkeolojisi yapmak değildir. Felsefe, şu anı sorup sorguladığı ölçüde ve geleceğe yönelimli bir bakış açısı sayesinde insanla ve hayatla bütünleşik ve ilişik bir faaliyet haline gelebilir.
Felsefe, konuşarak ve düşünerek oluşan bir faaliyettir. Konuşmanın ve düşünmenin olmadığı bir yerde felsefenin oluşması imkansızdır. Konuşarak ve düşünerek felsefeyi oluşturmak, aslında hayatı ve geleceği oluşturmaktır. Susmanın, susturmanın, bağırmanın, dayatmanın ve zorun olduğu bir yerde düşünme ve söze yer yoktur.
Düşünme ve söze özgür bir alan oluşturmadan felsefenin var olacağını sanmak büyük bir yanılgıdır. Düşünce ve ifade özgürlüğü, felsefenin oluşması için mutlaka var olması gereken ana özgürlüktür. Felsefenin oluşumu için emek ve göz nurunun sarf edilmesi, susmak yerine konuşmak, körleşmek yerine düşünmek demektir.
Felsefe ve düşünce, hakikatin peşinde sahici bir anlam arayışında olmak, görünenin arka planını sorgulamak, mevcut insani durum ışığında varlığımızı devam ettirecek ve geliştirecek varoluşsal bir çerçevenin oluşturulması demektir.
Felsefe ve düşünce, günlük hayatın yüzeyselliğine kurban edilmeden özgürce yapılmalıdır. Yüzeysel kaygı ve beklentilerden dolayı başkalarına gönüllü bir şekilde kul olarak özgürlüğünü yitirmek şeklinde insanın karanlık bir eğilimi vardır. Felsefe, gönüllü kulluk ve köleliğin insanlığın yitimi demek olduğunu söylemekte özgürlüğün insanlığın olmazsa olmazı olduğu konusunda aklımızı ve kalbimizi ayağa kaldırmaktadır.
Felsefenin bilgelik ve hakikat arayışından uzak, düşünceye ve akla yabancı, sorma ve sorgulama donanımı olmayan bir durum içerisindeyiz. Felsefeye, düşünceye ve sorgulamaya yabancılaşmak bir bireysel tercih ve tutum olarak değerlendirilemez.
Toplum ve kültür olarak felsefeyi, aklı, düşünceyi, bilgiyi, birikimi ve öğrenmeyi değersiz, önemsiz ve riskli gören bir sapmayla kuşatılmış durumdayız. Bugünkü insani durumumuz ışığında bilgiyle, felsefeyle ve düşünmeyle bağlarımızı kopardığımızı, cehaletin, ataletin ve taklitçiliğin erdem olarak yüceltildiği gerçeğiyle yüzleşmek gerekmektedir.
Felsefenin ve düşüncenin sorumluluğunu yüklenmekten kaçan ve korkan bir temelsiz, köksüz ve çürük bir insani durum içerisinde sürekli alt üst olunmaktadır. Bir küçük çocuğun felsefe kitapları okumasının olay olması, aslında felsefe ve düşüncenin sorumluluğunu yüklenme olgunluğundan kaçmış olmanın getirdiği rahatsızlığı çocuksu bir şekilde telafi etme arzusunun tezahürü olarak değerlendirebiliriz.
İnsani durumumuza ait sağlıklı, derinlikli, nitelikli, genişlikli, çoğulcu, özgür ve açık fikirlerin ortaya konması konusunda bir kısırlık yaşıyoruz. Bugün fikir diye ortada söylenenler din, siyaset ve ideoloji adına söylenmektedir. Din, siyaset ve ideoloji adına söylenenlerin, sahici anlamda yüksek nitelikli fikir olarak nitelenmeyi hak etmediğini söyleyebiliriz.
Yüksek nitelikli fikir düzeyine sahip olmadıklarından dolayı din ve ideoloji adına ortaya konulanların etrafında sonu gelmeyen verimsiz, yüzeysel ve yapay polemikler, atışmalar ve çatışmalar üretilmektedir. Din ve ideoloji adına ortaya konulanların sahici anlamda felsefi fikirlerin, düşüncelerin ve tartışmaların ortaya çıkmasına engel olduğunu söyleyebiliriz.
Sahici anlamda felsefi fikirlerin ortaya çıkması için felsefenin hayat ve insani durumu sorgulaması, fikirler ortaya koyması ve kendisiyle beraber geleceğin oluşturulmasının dinamiği olması lazımdır.
Şu anın ve geleceğin oluşturulmasında felsefi dinamiğin işlevsel bir şekilde gündeme getirilmesi lazımdır.